Yüzyıllara meydan okuyan yapı: Kozahan Şadırvanı

Bu gün 531 yaşında olan Kozahan Şadırvanı, yüzyıllar öncesinde olduğu gibi yakın tarihimizden de hoş anıları han duvarları arasında yaşamış, benzerlerinin arasında hala en sağlam ve rağbet gören şadırvan olmuştur.

Haber Giriş Tarihi: 02.05.2023 14:31
Haber Güncellenme Tarihi: 02.05.2023 14:31
https://www.gazetebursa.com.tr/

HABER: Mahir Bora Kayıhan

Sultan 2. Beyazıt’ın 1491 yılında Kozahan’la aynı zamanda yaptırdığı Kozahan Şadırvanı ve şadırvanın üstündeki köşk mescidi yılların humarsızca yıprattığı tarihi hanların şadırvanlarına inatla, ilk günkü mimarisini korumaya devam ediyor. Hanlar için çok önemli olan şadırvanlar ve mescitler arasında adından en çok söz ettiren, mimarı Abd’ul-ula bin Pulad Şah’ın en iyi eserlerinden olan şadırvan, Kozahan’ın göbeğinde, han duvarlarının gölgesinde, tarihi dokusuyla yaşamaya devam ediyor.

Harran Ulucamiindeki ve Fidanhan’daki şadırvanlarla mimari açıdan büyük benzerlikler gösteren Kozahan Şadırvanı, aynı zamanda dönemin mimarisinin en sağlam kalmış eserlerinden biri olma özelliğini taşıyor.

Şadırvanın sırları...

1491 – 2023... Bu gün 531 yaşında olan Kozahan ve Kozahan Şadırvanı, yüzyılların sırlarını han duvarları içinde halen saklı tutuyor. Şadırvanda abdest alırken verilen çok önemli kararlar, hanın ve belki de bizlerin kaderini etkilemiştir. Çok önemli misafirlerde ağırlayan han, aynı zamanda ‘han yolcuları her zaman hüzün kokar’, tanımlamasıyla ne hüzünler barındırmıştır, mescidi ne dualara tanıklık etmiştir. Bunlar için araştırmaların ötesinde güçler gerekiyor elbette, açığa çıkarabilmek açısından yaklaşınca. Bu, günümüz için imkansız olduğuna göre, anı değerlendirmek adına hanın içinde, şadırvanın etrafında uzun süre dolandıktan sonra en yaşlı han eşrafının kapısını çaldım. Handan ziyade şadırvanı sordum, yüzyıllar öncesi olmasa bile 1950’li yıllarda şadırvanı en çok kimler kullanıyor, han duvarları nelere şahit oluyorlardı acaba. Her ne kadar istediğim cevaplardan ziyade esprili anılarını anlatsa da, hoş bir sohbet oldu.

Puslu gözleriyle bana baktı ihtiyar, meraklı gözlerimi inceledi adeta. Küresel ısınmanın etkiyle iyiden iyiye yana Bursa öğleninde, hanın avlusunda oturduk. Çocukluğunu anlattı bana. Babasının elinden tutup ilk kez hana soktuğu 1946 yılını anlattı. “O zamanlar kamyonlar, arabalar yoktu buralarda. Hatırlamıyorum ben. At arabaları vardı. Arkasına atlardık, gezerdik. Kovalardı arabacılar bizi. Küçük kutuları vardı arabacıların, içinde küçük taşlar vardı. Bize atarlardı, inelim arkadan diye.” derken gözlerinde çocukluğunun tüm şımarıklığı parladı sanki. Öyle ya, şimdilerde dede nene dediğimiz büyüklerimiz, döneminde yaptıkları yaramazlıkları öyle fazla anlatmıyorlar bize, ama bu ihtiyar anlatıyordu işte. Üstelik tüm hınzır bakışlarıyla, anlattıklarını doğruluyordu.

Anılar anılar anılar...

“Şadırvanda abdest alınır, neyini merak ediyorsun?” dedi. Çocukluğunuzdaki şadırvanı merak ediyorum dediğimde, şöyle oturduğu yerden baktı şadırvana, “Böyleydi yine” diyerek gülümsedi. Uzun bir suskunluktan sonra “Her şey başkaydı o zaman, sadece şadırvan değil ki. Şadırvanın içine atlardık biz sıcaklarda, yine kovalanırdık” dedi. Anlaşılan hep kovalanan yaramaz bir ihtiyardı sohbet arkadaşım. “Bak ne anlatacağım sana,” dedi. “6-7 yaşımdayken hanın önünde bir eşeği kızdırmıştım, beni kovaladı eşek ama hava o kadar sıcaktı ki, hana daldım ben baba baba diye bağıra bağıra, eşek suyu görünce beni unuttu, başladı suyu içmeye, bu seferde eşeği içeri ben getirdim diye babam dövdü beni. Abdest alınan suyu haram ettirdim diye.”

Şadırvanlı, şadırvansız bir çok anısını anlattı ihtiyar arkadaşım. Takvim hangi yılı gösterse de, Kozahan ve şadırvanı ayakta olduğu sürece anılarının üstüne anılar ekleyecek. Bu anıları birde Kozahan’ın şadırvanı anlatıyormuş gibi değiştirerek okuyunca, belki tarihin dokusu daha yumuşak gelebilir. Belki taş, taş olmaktan çıkabilir...