Hava Durumu

Elif Dağdeviren'e sordum…

Yazının Giriş Tarihi: 23.01.2021 00:00
Yazının Güncellenme Tarihi: 23.01.2021 00:00
 

Günümüzde bilgiye ulaşmak çok kolay, elimizde cep telefonu ile internet ortamındaki tüm bilgilere ulaşabiliyoruz, istersek eve gidip bilgisayar ekranından aynı bilgileri ya da TV ekranına yansıtıp daha büyük ekranda tüm dünyadaki yazılı, görsel bilgilere büyük ekranda ulaşmak çok kolay.  Bilgi çağı dedikleri bu olsa gerek.

Sorun şurada başlıyor,  tamam her bilgi parmağımızın ucunda ama o bilgiyi anlayıp doğru sentez yapmak daha da önemli. Psikoloji eğitimi ya da ön bilgisi olmayan biri okuduğu yazıyı ya da görseli yanlış yorumlayıp kötü sonuçlar elde etmesi olasılık dahilinde.  

Sinema sanatında film ve dizi çekmek için sadece para yeterli değildir. Sinema konusunda belli bir kültürü olan insanları toplamak da bazen yeterli olmuyor. Film ya da dizi çekilirken bu organizasyonu yönetecek usta ve tecrübeli bir yapımcıya ihtiyaç vardır. Genelde yapımcı maddi konularla ilgilenir diye bir ön yargı vardır, aslında aynı zamanda yapımcı film çekilirken tüm organizasyonu yöneten kişidir.

Türkiye'de yapımcılık konusunda çok tecrübeli, sektöre hakim ve film festivalleri koordinatörlüğü yapan aynı zamanda oyunculuk tecrübesi olan Elif Dağdeviren ile röportaj yapma fırsatı yakaladım. TÜRSAK Vakfı Başkanı Elif Hanım'a önce ‘23. Randevu İstanbul Uluslararası Film Festivali’ni ve festivallerin geleceğini, telif hakları konusunu, digital medya hakkında sorular sordum. Benim için faydalı bir röportaj oldu. Umarım sizinde hoşunuza gider.  

M. Haluk Yalçınkaya: 23. Randevu İstanbul Uluslararası Film Festivali amacına ulaştı mı? Çevrim içi paneller ve filmler izleyicilere ulaşıyor mu?

Elif Dağdeviren: Festivalimiz bence kesinlikle amacına ulaştı. Çünkü öncelikli olarak odak olduğumuz ülke olan İngiltere’nin programa aldığımız tüm filmlerini festival takipçileriyle, kendi filmlerimizi de onlarla buluşturabildik. Festivalin online olarak yapılması veya yapılmaması konusunda çok düşündük. Ancak sonunda sürekliliğin çok daha önemli olduğuna karar verdik. İyi ki de böyle yapmışız. Çünkü sinemada da olsa çevrimiçi de olsa filmleri takip etmek isteyen seyirci filmi ile buluşmayı başarıyor. Fiziksel bir festivalin avantajları elbette ki tartışılmaz. Ancak öte yandan çevrimiçi yaptığınızda da sadece İstanbul değil, İstanbul dışından da festivali takip etmek isteyenlerle buluşmak mümkün oluyor. Bunun yanı sıra arka planda Türkiye ve İngiltere’nin film sektörünün önemli isimlerini bir araya getirerek ortak neler geliştirilebilir ana teması ile yaptığımız çevrimiçi toplantıların da hepsi çok başarılı oldu. Büyük bir olasılıkla önümüzdeki dönemlerde bunun meyvelerini de toplamaya başlayacağız. Her sene odak olduğumuz ülkenin yanı sıra, bir sonraki ve bir önceki seneleri de bir araya getirerek sektörümüzün uluslararası ilişkilerini ve işbirliklerini güçlendirmek ana hedefimiz. Türkiye’nin sinema yapım koşullarını; sektörün en güçlü ve başarılı isimlerinin anlatmasını sağlayarak, ülkemizi sinema yapımı üretimi ve dağıtımı için bir cazibe merkezi haline getirmek de bir diğeri. Bunlara güçlü bir aracı olduğumuza ve en kısa sürede sonuçların olumlu olarak görmeye başlayacağımıza inancımız da tam.


M. Haluk Yalçınkaya: TÜRSAK Vakfı’nın misyonu ve vizyonundan bahseder misiniz?                    

Elif Dağdeviren: Sinema başta olmak üzere görsel ve işitsel sanatların, ulusal ve uluslararası gücünün artırılması için faaliyetlerde bulunmak ve bu hedef doğrultusunda yeni çağın dinamiklerine uygun projeler geliştirmek, yurtiçi ve yurtdışında önemli festivaller ve etkinlikler düzenlemek. Bu alanda Türkiye’nin gücünü ve itibarını arttıran üretici ve entelektüel marka olmak. Sinemaya yeni ve değerli isimlerin dahil olması için eğitimlerden, etkinliklere var olmak. Hem izleyici hem de yaratıcı üretici açısından TÜRSAK varsa doğru yerdeyim, TÜRSAK markası varsa ben de işin içinde olmalıyım algısını yaratmak. Üretmek, hep üretmek, entelektüel ve maddi olarak hep ileri taşıyan olmak…


M. Haluk Yalçınkaya: Türkiye'de ve dünyada çevrim içi festival formatı hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Elif Dağdeviren: Çevrim içi festival yapmak, avantajları ve dezavantajlarıyla hiç yapmamaktan kesinlikle çok daha iyi. Elbette fiziksel olarak bir filmi sinemada seyretmenin, o filmin yaratıcıları ile yüz yüze buluşmanın, sinema üreticilerinin geldiği ülkenin olanaklarını deneyimlemelerinin yerini hiçbir şey tutamaz. Ancak öte yandan bütün dünya artık dijital iletişime alıştı. Online buluşmalar gerçeğinin tam yerini tutmasa da en azından göz göze temas kurulmasını sağlayarak hedeflenen verimliliğe ulaşılmasını sağlıyor. Bir filmi sinemada seyretmenin yerini hiçbir şey alamasa da gelişen teknolojiler ve olanakları bize evlerimizde de bir filme mümkün olduğunca iyi seyir olanaklarıyla kavuşmamızı sağlıyor. Geçici olduğunu düşündüğümüz bu süreç içerisinde, belki de sinema salonlarında iletişiminin yapılması zor olan filmlerin dijital platformlar üzerinden daha rahat tanıtıldığını ve daha geniş kitlelere ulaştığına tanık olduk. Bunu da çok kıymetli buluyorum.


M. Haluk Yalçınkaya: Pandemiden sonra festivallerin işleyişi nasıl devam edecek?

Elif Dağdeviren: Dediğim gibi fiziksel festivalin yerini hiçbir şey tutamaz. Ancak yine de tahmin ediyorum biraz hibrit bir festival sistemine geçme olasılığı var. Örneğin bizler alışık olduğumuz Cannes, Berlin, Venedik gibi 3-5 festival dışında, hem nakit olarak hem zaman olarak belki de gitmek isteyip de katılamadığımız bazı festivalleri bu sayede takip edebiliyor olacağız. Kendimden örnek vermek gerekirse, yıllardır vakit bulup da SXSW festivaline gitmeyi beceremedim. Ama bu yıl online, üstelik de müthiş hazırlanmış programlara dahil olabileceğim. Dijital dünya birçok alanda bazılarının sandığı gibi alternatif olarak fiziki olana tehdit değildir, tam tersine koşullar düzeldiğinde o ortamlarda olmak için insanın iştahını kabartır. Çevrimiçi seyrettiği veya dahil olduğu etkinliklerden sonra, keşke bu filmi büyük ekranda bir sinema salonunda izleyebilseydim veya ilk fırsatta Güney Afrika’daki bu festivale bizzat gidip dahil olacağım gibi…


M. Haluk Yalçınkaya: Bir yapımcı olarak, sizce bir filmin senaryosu nasıl olmalı, hangi kriterlerle senaryo yazılmalı? 

Elif Dağdeviren: Senaryo her şeyden önce seyredilebilir olmalı. Bu çok saçma bir cümle gibi duruyor çünkü elbette öyle olmalı. Ama ne yazık ki geçtiğimiz 20 yılda okuduğum senaryoların çoğu çekilsin diye değil; iç boşaltmak, kendini tatmin etmek için yazılmış olan senaryo formatında öyküler oldu. Hatta bazılarına senaryolarını hikaye kitabı veya roman haline getirmelerini tavsiye ettim. Senaryo, çekilmek için yazılır ve bir matematiği vardır. O matematik illaki hep aynı olmak zorunda değil tabii ki. Aynı rakamlarla onlarca formül olduğu gibi sözcüklerle de binlerce farklı ve yaratıcı format yaratılabilir. Ama muhakkak o formülün bir sonucu olmak zorunda. Sinemada da bu seyredilebilir olmak. Çünkü bir roman veya hikayenin tersine; senaryo bir film olmak istiyor ise kalabalık ekipler, ciddi bütçeler ve zaman gerektiriyor. Bu kadar emeğin çöpe gitmemesi için de baştan doğru kurgulanması gerekiyor. Ayrıca yaratılmış bir matematiğin tıpatıp aynısı değil de var olandan daha yaratıcı, daha farklı neler işlenebilir ona da dikkat etmek gerek. Klişe örnek ama doğru bir örnek; bir aşk hikayesi, bir kadın bir erkek ve bir engel gerekir. Sinema tarihinde birbirinden çok farklı binlerce aşk filmi çevrildi aynı formülle. Ama bazıları çok çok başarılı olurken bazılarını hatırlamıyoruz bile. Yaratıcılık dediğimiz burada devreye giriyor. Senarist bunu yapsın, yönetmen ileriye taşısın, ikisi de gerisini yapımcıya bıraksın.


M. Haluk Yalçınkaya: Dünyada ve ülkemizde birçok film festivali var.  Film festivalinde yarışmak isteyen bir yönetmen, senaryo yazarı filminde neye göre konu seçmeli? (veya filmini toplumdaki katmanlara göre mi çekmeli?)  Biraz bu konuyu açar mısınız?

Elif Dağdeviren: Çok güzel bir soru. Çoğunu bildiğimiz önemli ve teması olmayan festivallerin yanı sıra birçok da tematik festival var. Çevre Filmleri Festivali gibi festivalin adına bile girebiliyor. Ama bazıları da yazılı olmayan kurallarla geçmişine baktığımızda hangi tür filmlere şans tanıdığını bize gösteriyor. Dolayısı ile festivallere gidecek filmlerde en önemli görev yapımcıya ait. Hangi film hangi festival için uygundur, hangi filmin hangi festivalde şansı daha yüksektir, hangisinde hiç yoktur… Bir de önemli film festivalleri anons etmeseler bile, gerçekleştiği yılda dünyanın belli bir trendinin, sorununun, konusunun cevabını veren filmlere seçimlerinde ağırlık verebiliyorlar. Örneğin Cannes Film Festivali temasız genel bir film festivali olmasına rağmen; bir sene bakıyorsunuz ki yalnızlık temalı filmlerin ön plana çıktığı hatta ödül kazandığı, bir başka sene politik sorunların daha ağırlıklı olduğu, bir başka sene cinsiyet konularının ağırlıklı olduğu filmler ön plana çıkıyor. Yani dünyanın genel hali sinemanın içeriğine ve festivallere cevap verebiliyor. Ama bu asla bir kural değil, genel eğilimden bambaşka bir konuda olsa kazanan her zaman iyi olan filmdir. Festival için yapılan filmler değil, iyi yapıldığı için festivale giden filmler değerli. Yani benim tavsiyem, siz derdinizi muhteşem bir filmle anlatın zaten bütün festivaller sizi bağrına basacaktır.


M. Haluk Yalçınkaya: Türkiye'de ve dünyada yeni açılan dijital platformlar hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Elif Dağdeviren: Uluslararası dijital platformları özellikle Türkiye’nin dünya buluşması açısından çok önemli buluyorum. Çünkü platformlar bize gösterdi ki Amerika’nın tekelinde olan dağıtımın haricinde bir alan mevcut ve bu alanın seyircisi içerik ve yapım iyi ise konu, dil, coğrafya fark etmeden her şeyi seyredebiliyor. Platformlar aynı zamanda İngilizcenin hegemonyasını da oldukça kırdılar ve insanları altyazı okumaya alıştırdılar. Dizilerle başlayan bu süreç, dünyaya bu kadar dizi satarken filmlerimizi satamamamızın karşısındaki engellerden birinin de kırılmasına neden olacak. Yani bu açıdan çok olumlu görüyorum. Aynı zamanda bir yapımcı olarak platformları, filmlerin başka bir mecrada daha kitlelere ulaşabilmesini sağlıyor olması açısından çok önemli buluyorum. Türkiye’de ise mantığın çok doğru oturtulamadığı gibi bir endişem var. Yani Türkiye’deki platformlar da eğer uluslararası platformların sağladığı içerikleri sağlayacaksa o zaman yeterli olmayacaklardır. Sanırım yeni başlayacak olan platformlar farklı içeriklere de odaklandılar. Gördüğüm kadarıyla yerli diziler, senaryosuz formatlar, belgeseller de bu platformların içerikleri arasında. Bu doğru bir karar ancak yayın politikalarına baktığımda hepsi birbirine benziyor. Oysa bu kadar çok platform sahibi olacaksak detaylı bir stratejik iletişim planı ile gitmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Umarım bu durum bir zamanların her sokakta yan yana açılan video kiralama dükkanları meselesine benzemez. Çünkü Türkiye’de yeni platformların olması benim açımdan hem seyirci olarak hem yapımcı olarak çok önemli… Yatırımcılarının karşılığını alamayıp kapatmak durumunda kalmaları herkes için üzücü olur. Bu durum, doğru planlama ile bile olsa harekete geçen başka yatırımcıların da hevesini kırarak işin geleceğini sekteye uğratır. Ben bu manada stratejik iletişim planı yapılmamış ve yatırıma biraz fazla heyecanla sarılmış platformlar gibi algılıyorum dışarıdan, umarım haksızımdır.


M. Haluk Yalçınkaya: TV ve dijital alanlardaki dizi film formatlarından memnun musunuz?

Elif Dağdeviren: Ulusal kanallarda dizi seyretmek benim için ne kadar zor ise platformlarda da o kadar keyifli ve kolay. Televizyonların tek bütçeyle bütün bir geceyi doldurma çabaları, istisnalar hariç, hemen hemen bütün dizileri seyredilemez hale getiriyor. Oysa daha kısa olsalar prensipte çok daha iyi senaryolarla, çok daha iyi oyunculuklarla, çok daha muhteşem ve uluslararası gücü de olan işler yapılabilir. Kastettiğim şu; güçlü ve iyi yapılmış diziler ve filmler tüketim gücü çok daha yüksek seçici bir seyirci kitlesi ile buluştuğunda satış ve reklam gücü de arttığı için bir yandan yapımcısına çok daha fazla gelir getiriyor, bir yandan da ülkenin yumuşak gücüne çok daha büyük katkıda bulunuyor. Böyle diziler de üretmeye başladık şükür. Nasıl ki ‘La Casa De Papel’ ile İspanya bambaşka bir imaja büründürdüğüyse bizim güçlü yapımlarımız da Türkiye’nin imajını bambaşka bir noktaya taşıyacak. Yumuşak güç şu anda dünyada bütün güçlerden daha kıymetli ve Türkiye bu konuda çok avantajlı... Doğru yapımlarla bu avantajı maddi manevi lehimize çevirmemiz çok kolay aslında. 


M. Haluk Yalçınkaya: Dizi dünyası ile sinema dünyasının arasındaki farklılık daha doğrusu popüler kültür ile gerçekçi filmler arasındaki farkın sonu nereye varacak?

Elif Dağdeviren: Ben bunu herkesin baktığı açıdan bir sorun olarak görmüyorum. Çok gerçekçi ve başarılı diziler olduğu kadar gerçekten seyredilmesi neredeyse imkansız sinema filmleri de var. Yani başından beri söylediğim gibi önemli olan iyi bir senaryo, iyi bir yönetmenlik ve iyi bir yapımcılık mahareti. Sinema tarihinin başından beri sinemanın içinde popüler kültürü besleyecek pop-corn filmler olduğu gibi tarihe imza atmış kült filmler de mevcut. Tarihe imza atmak deyince illa ağır ve yoran içeriklerden de söz etmiyoruz. Bunların arasında örneğin ilk aklıma gelen ‘Love Story’ gibi bir aşk hikayesini tarihi kazıyan filmlerde mevcut. Bu arada son zamanlarda çok konuşulan Bir Başkadır gibi diziler de Türk dizi tarihinde çığır açıcı rol oynuyorlar. Yani popüler kültürle gerçekçi tabir ettiğimiz filmler her zaman vardır ve var olmaya devam edecek. Ben hepsinin seyircisinin olduğunu düşünüyorum.  Ancak seyirci nüfusları farklı, dolayısıyla yapım aşamasında kime ne oranda ulaşacak diye de hesap edilerek ona göre prodüksiyon yapmakta fayda var. Bu elbette demek değil ki düşük bütçeli kötü filmler… Biliyoruz ki düşük bütçeyle muhteşem filmlerde çıkabiliyor. Nuri Bilge Ceylan veya Yüksel Aksu’nun ilk dönemleri gibi.


M. Haluk Yalçınkaya: Türk Sineması’nın dili var mı? Varsa açıklar mısınız? Yoksa neden oluşmuyor?  

Elif Dağdeviren: Ben Türk sinemasının tek bir dili olduğunu düşünmüyorum. Yani bir İran sineması, bir Hint sineması gibi Türk sineması dediğimiz vakit ilk akla gelen bir tür yok. Bunun birkaç nedeni var. Öncelikle Anadolu çok fazla kültürün, yaşam şeklinin, hikayenin, uygarlığın bir arada var olduğu toprak. Dolayısıyla hem üretimde hem seyircide her dilin, her türün bir karşılığı var. Türkiye’yi zengin kılan da bu... Ancak dünyada bir Türk sineması markasının, algısının karşılığının oluşabilmesi için mutlaka bir dile odaklanılması ve bu dilin dünyada seyredilebilir bir tür olması, bunun üzerinden bir tanıtım ve devlet politikası geliştirmesi gerekir. Buna yönelik bir stratejik iletişim planı dahilinde harekete geçmek şart. Hangi dil olursa olsun dünyada yaratılacak başarılı bir Türk sineması algısının peşi sıra diğer türlerin de peşinden sürükleyecektir. Ve hepsinin de illa ki dünyada bir karşılığı var. Tabi mutlaka iyi yapımlar olmaları kaydıyla.


M. Haluk Yalçınkaya: İzleyicilerin çoğu yeni filmlerde Yeşilçam filmlerinin zevki (defalarca zevkle izlenirliliği) olmadığını söylüyor. Sizce bunun nedeni nedir?

Elif Dağdeviren: Öncelikle sineması da her şey gibi teknik, duygu ve içerik olarak zamana uygun bir şekilde gelişiyor, farklılaşıyor. Nostalji her kuşağın peşinde olduğu özel bir durumdur. Bugün çok güzel filmler üretiliyor. Belki önümüzdeki kuşaklar da bugünkü bazı filmlere bakarak kendi dönemlerin filmlerini beğenmeyecekler. Öte yandan insanın yaşadığı koşulların değişiminin de bu konuda bir katkısı var sanırım. Geçtiğimiz dönemler bize sanki daha saf, daha samimi, daha insani geliyor. Aslında insan değişmedi, eminim o dönemde de bu dönemdeki kadar çok duyarsızlık vardı. Zaten olmasa film olmazdı. Ancak bugün teknoloji ve dijital dünya ile kötülük de iyilik kadar çok hatta belki daha da çok ve hızlı yayılıyor ve gözümüze gözümüze sokuluyor. Buda eski dönemleri daha saf ve daha organik kılıyor. O dönemlerin sinemasına ve müziğine de bu anlam yükleniyor.


M. Haluk Yalçınkaya: İdealinizdeki film festivali nasıl olmalı?

Elif Dağdevire : Bir film festivali adının başında uluslararası sıfatını taşıyor ise muhakkak uluslararası olmalı. Festival hem içinde bulunduğu sektöre hem de içinde bulunduğu şehre katkıda bulunmalı. Seyircisine sadece seyrettiği filmler ile değil buluşturduğu isimlerle de keyif, mutluluk ve tatmin verebilmeli. Arka planda sektörün çok daha ileri gitmesine, işbirlikleri yapmasına ve kendini geliştirmesine olanak sağlamalı. Ve muhakkak her sene bir yenilik, yeni bir katma değer katabilmeli. Eskiden film festivalleri sosyal sorumluluktu, şimdi onun yanına ek sosyal sorumluluklar eklenmeli. Yeni sinemacıların yetişmesi, sinemayla anlatılabilecek dertlerin en sinematografik olarak aktarılmasının sağlanması gibi gibi…


M. Haluk Yalçınkaya: Bir yapımcı olarak hayalinizde nasıl bir film var? 

Elif Dağdeviren: Bir film değil de genel hayalimi söyleyeyim. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da izlenebilir keyifte ve bu ülkenin muhteşem hikayelerini dünyaya en iyi şekilde taşıyan filmler yapmak. Bütün benim gibi düşünen filmcilerin hayali olan Mevlana, Barbaros Hayrettin Paşa, Göbeklitepe, Sagalassos, Nazım Hikmet, uygarlıkların kuruluş hikayeleri, Anadolu masalları gibi bitmek bitmeyeceğine inandığım konuların uluslararası bir dille, güçlü yapımlar halinde dünya seyircisi ile de buluşması.


M. Haluk Yalçınkaya: Başarı tarifinizi alabilir miyim?

Elif Dağdeviren: Klişe gelebilir ama yattığım vakit kattığım bir katma değerin mutluluğunu hissederek huzurla uyumak. Üretimine destek olduğum insanlardan gelen teşekkür mesajları, bir şekilde elimin değdiği insanların, projelerin ulusal ve uluslararası başarılarını görmek, hissetmek, alkışlamak… Ama en önemlisi tek başıma acılarla, sancılarla ama büyük tatminle kurduğum hayatı hiç kimseye muhtaç olmadan ve hayallerimi gerçekleştirmeye devam ederek sürdürebilmek.


M. Haluk Yalçınkaya: Sinema sektöründe, film ve senaryo telif hakları konusunda ne düşünüyorsunuz? Sizce nasıl olmalı ya da neler yapılmalı?

Elif Dağdeviren: Aslında son zamanlarda çıkan kanunlarla telif hakları sorunu büyük ölçüde çözüldü gibi duruyor. Telif konusunda ulusal takipler yapılabildiği gibi uluslararası takipler içinde teknoloji artık çok gelişti. Yapımcıların her şeyi devletten beklemektense kendileri de bu konularda sorumluluk almalı diye düşünüyorum. Özellikle takip konusunda... Bir de sinema filminin içinde yer alan bütün unsurların ayrı ayrı telifleri muhakkak yapımcılar tarafından hak sahibine gerçekleştirilmeli çünkü biz vermezsek, talep de edemeyiz.


Aileden gelen tecrübesi ile sektöre faydaları olan Elif Hanım ile güzel bir röportaj gerçekleştirdik. Bu arada ‘23.Randevu İstanbul Uluslararası Film Festivali’ni yakından takip eden biri olarak, festivali beğendim. Adı uluslararası olup ta gerçekten uluslararası bir festival düzenlediği için onu ve ekibini tebrik ederim. Ayrıca bu faydalı söyleşi için kendisine teşekkür ederim, nice sanat dolu günlere. İyi seyirler. 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.