Aydilge: Edebiyat, müzik ve küresel ısınma üzerine...
Aydilge: Edebiyat, müzik ve küresel ısınma üzerine...
Yazdığı romanlarla, yayınladığı albümle gençlerin kalbine dokunan Aydilge, Greenpeace ile ortak bir çalışma yaparak, ‘’Dünyanın Kalbi Durmasın’’ adlı bir single yayınladı. Küresel ısınmaya karşı tepkisini dile getirdiği şarkısı, gençler tarafından çok sevildi, slogan haline döndü. Aydilge’yle edebiyat, müzik ve yaşlı dünyamızı konuştuk...
Haber Giriş Tarihi: 30.10.2023 16:05
Haber Güncellenme Tarihi: 30.10.2023 16:05
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.gazetebursa.com.tr/
RÖPORTAJ: MAHİR BORA KAYIHAN
Greenpeace ile ortak çalışmanızdan bahseder misin?
Tüm dünyayı tehdit eden küresel ısınma için ne yazık ki, ülkemiz gerekli adımları atmaya başlamadı. Bir müzisyen olarak çevreye ve dünyaya karşı sorumluluk hissediyorum. Ve bazen saatlerce konuşarak anlatamadığımız bir şeyi, küçük samimi bir şarkı anlatıverir. Bu düşünceden yola çıkarak yaptım ‘Dünyanın Kalbi Durmasın’ isimli parçayı. Umarım, yaklaşmakta olan felaketi hatırlatmak için umudun ve uyarının işareti olur.
Şarkı için çekilen videoda, Greenpeace’in tüm dünyada çekilmiş stok görüntüleri göze çarpıyor...
Şarkı yurt dışındaki uluslararası Greenpeace genel merkezlerinden onay aldı, bir çok stok görüntü, arşiv sadece bu proje için Türkiye'ye geldi. Klip çekerken de herhangi bir sponsordan maddi destek almadım. Tamamen kendi imkânlarımla gerçekleştirdiğim bir proje bu. Kayıt aşamasından klibine kadar... Ve tabiki Greenpeace'le çalışmayı tercih ettim, çünkü onlar da bağımsızlıklarını korumak için sponsor desteği almadan tamamen kendi çabalarıyla ayakta duruyorlar. Kendi maddi imkânlarımla şirket desteği almadan böyle bir projeye imza atmamın nedeni şunu göstermek: Ben bu normal müzisyen gelirimle bunu yapabiliyorsam, milyar dolarlara sahip büyük şirketler, hükümetler isteseler neler neler yapabilir... Ve de yapmalılar yoksa daha fazla sömürebilecekleri bir dünya zaten ortada kalmayacak... Türkiye'deki yetkilileri acilen bu konuda üzerine düşen sorumlulukları gerçekleştirmeye davet ediyorum. Şarkıyı dinlemek
Aydilge’yi tanımaya başlayalım... Müzisyen Aydilge’ye geçmeden önce son kitap dosyanız ‘’Sobe’’den biraz bahseder misin?
Sanırım bahsetmem pek doğru olmaz çünkü Sobe, henüz kişiliğini bulamadı. Göbek bağını kesmek için henüz erken. Minik kedi yavrularındaki gibi gözleri tam açılmadı henüz. Onu tedavi edip, sağlıklı bir roman haline getirmem için zamana ihtiyacım var. Pirematüre romanların yazarı olarak anılmak istemem. Bulimia Sokağı ve Altın Aşk Vuruşu birer romandı. Sobe ise henüz anne karnında besleniyor. Arttığı tekmelerden anladığım kadarıyla doğumu biraz sancılı olacak.
Seni Ankara'dan İstanbul'a göç ettiren sanatsal dürtün tam olarak neydi; müzik mi, edebiyat mı?
Kesinlikle müzikti. Kitap yazmam için İstanbul’da yaşamama gerek yoktu, ama müzik camiası İstanbul’da merkezlenmiş durumda. Yaptığım müziği geniş kitlelere duyurmak için buraya gelmem şarttı. Beni İstanbul'a gelmekten hiçbir güç alı koyamadı. Üniversiteyi birincilikle bitirdiğim zaman, herkes benden Amerika’da master yapmamı ve profesör olmamı bekliyordu. Oysa benim akademik kariyer yapmak gibi bir hedefim asla olmadı. Kimseyi dinlemeden atlayıp geldim İstanbul’a. Bir yandan kitaplarımı yazdım, bir yandan da master yaptım; ama asıl olarak hep müzik etrafında dönüp durdu hayatım.
Aydilge ve yazmak...
Aslında müzik yapmaya, edebiyattan çok önce başladım. Sekiz yaşında çocuk korosuna girdiğimi, sonrasında gitarımı alıp beste yapmaya başladığımı biliyorsunuz. Ama Türkiye’de alternatif müzik yapmak gerçekten çok zor ve dediğiniz gibi oldukça yavaş ilerleyebiliyorsunuz. “Aydilge ve yazmak” a gelince... Yeterince beslenemeyip fazla enerji harcayan insanlar nasıl kilo kaybederlerse, ben de sarf ettiğim yaşam enerjisini geri alamazsam (bu enerjiyi müzik ve yazıdan alıyorum) hayat beni yeterince besleyemez. Açıkçası eksik şarjla yaşamaya mahkûm olmaya hiç niyetim yok, o yüzden hem müzik hem de yazı hayatımda hep olacaklar.
Edebiyat ve müzik arasındaki gel-gitlerin en çok hangi yönünü besliyor?
Edebiyat ve müzik arasında bir gel-git yaşıyorum diyemem. İkisi öylesine iç içe geçmiş durumda ki. Örneğin hem Bulimia Sokağı hem de Altın Aşk Vuruşu’ndaki pek çok karakter müzisyendir.
Evet, Bulimia Sokağı’ndaki Tuğyan isimli karaktere yazdığım şarkı da albümde yer alıyor. Kendi yarattığım karaktere bir de şarkı yazmış olmam, aslında kulağa komik geliyor :) Yani müzik ve edebiyatın her ikisini de ayrı ayrı önemsiyorum. Bu şuna benziyor: Hani vücudun hem proteine hem de vitamine ihtiyacı vardır. Protein aldığın zaman vitamini almanıza gerek kalmaz diye bir şey yok. Edebiyatla müzik de protein ve vitamin gibi. Sağlıklı beslenebilmek için ruhumun her ikisine de ihtiyacı var.
Benim kliplerimle ilgili zaten hep sıkıntım oldu. İnanın hiçbir şey göründüğü gibi kolay değil. Bir plak şirketine bağlıysanız, klibin konusu, yönetmeni, bütçesi tamamen onların kontrolü altında oluyor ve elinizden bazen hiç bir şey gelmiyor. Ben müziğimin bağımsızlığını korumak için zaten çok fazla mücadele verdiğim için, söz hakkımın çoğunu o alanda kullandım. Klip vs gibi promosyon ile ilgili konularda ise mücadele alanım oldukça kısıtlandı. Dışardan bakınca, Aydilge niye daha güzel klipler çekmedi diye düşünebilirsiniz. Ama işin arka planında neler oluyor bir bilseniz…
Son dönem albümler içerisinde oldukça dikkat çeken bir isimle ve tabiri caizse dumanı üstünde Küçük Şarkı Evreni'nin kapılarını bize açtın. Albüm üzerine daha çok konuşacağız ama öncelikle merak ettiğim bu denli sen kokan, merkezi sen olan melodi evreninin kapılarını açmak zor olmadı mı?
Duyguların, derinliğinin, düş kurmanın, yaratıcılığın sınırlandırıldığı bir toplumda, özgün kalmaya çalışıp, tek tipe çekilmeyi reddedebilmem için kapılarımı açmam şarttı. Müzik yapmak benim, dayatılan yaşam biçimleriyle, yaşama alışkanlıklarıyla hesaplaşmamı sağlıyor. Müziğimi paylaşmasaydım, fotosentez yapamayan bir bitkiye dönerdim. Peki, zor olmadı mı, oldu tabii. Ama kolay elde edilen bir şeyin de pek tadı olmuyor açıkçası.
Aydilge, seni tanımak ve okuyucularıma tanıtmak istiyorum. Ortada debut bir albüm var ama ardındaki isim edebiyat kulvarında bilinen bir isim. Bana TRT Çocuk Korosu'yla başlayan ve eline ilk gitarını aldığın döneme kadar geçen sürecini anlatır mısın?
Sekiz yaşında TRT Radyosu sınavlarına girdim, kazandım. TRT Radyosu’nun eğitimi gerçekten çok disiplinli ve ağırdı. Küçük çocuklar olmamıza rağmen, bize yetişkinmişiz gibi davranır, bizden de yetişkinmişiz gibi davranmamızı beklerlerdi. Bazen saatlerce solfej yapıp, şan teknikleri ile boğuşacağıma, dışarı çıkıp arkadaşlarımla oyun oynamak isterdim. Ama şimdi iyi ki de o sınavı kazanmışım ve o eğitimi almışım diyorum. Her sene konserlerimiz olurdu. O şarkıları içeren iki de albümüz kaydedildi. Stüdyoda kulaklığı kafama geçirip, mikrofonun karşısına geçtiğimde, kendimi Kaf Dağı’nda hissetmiştim. Hani tiyatrocular der ya sahne tozu yutmak diye, ben de orda mikrofonun tozunu yuttum galiba :) 12–13 yaşında da ilk gitarımı aldım. Ibanez marka kırmızı beyaz bir elektro gitar. Hala o gitarım başımın ucunda duruyor ve tüm bestelerimi onunla yapıyorum.
Albümünü 'Oyuncağı müzik olan bir kızın, sürprizlerle dolu oyuncak evi.' olarak tanımlıyorsun. Bu tanıma dayanarak ve edebiyatçı kimliğini unutmayarak oyuncak evinin en güzel odasında kalemini ağırladığını düşünüyorum. Peki, bu oyuncak evden bizi şaşırtacak daha ne gibi sürprizler çıkacak?
Sizi şaşırtacak ne kadar çok sürpriz çıkacağı aslında sizin sürprizlere ne kadar açık olduğunuza da bağlı. Ben kapımı açtım, gelip sürprizleri bulmak size kalıyor artık. Kimisi bu evrene kapıdan bakıp çıkacak, kimi günlerce kalmak isteyecek, kimi günübirlik gelecek, kimi de notaların altına gizlediğim küçük sürprizleri bulup, evrenimin daimi misafirleri olacak ve kendilerini evlerinde hissedecekler. Top artık dinleyicide...
Aynı zamanda karanlığından boşluğa kaçmanı sağlayan büyük bir adımın ismi de Küçük Şarkı Evreni... Neden Postmodern Aşk, Gece veya Şiir değil de Küçük Şarkı Evreni? Albümün isim hikâyesini anlatır mısın?
Benim küçük şarkı evrenim, yapaylıktan kaçtığım, sığındım oyuncak evim; çünkü müzik, kendimi en doğal ifade edebildiğim, en çok “ben” olduğum evren. Ama tek başıma değilim. Dinleyicilerim de bana misafirliğe gelen konuklar. Bu, herkesin kendi olduğu, müzikli bir evcilik oyunu...
Gerçek bir müzisyenin bir hedef kitlesi seçip, o kitle için müzik yaptığına inanmıyorum. Bu yüzden hedef kitleni sormayacağım ama merak ettiğim bir şey var. Polat, Çakır, Memati olmak isteyen, okul kapılarında birbirini bıçaklayan aynı zamanda ellerinde molotof kokteylleriyle sokaklarda çatışmaların ortasında kalan gençlik sence Küçük Şarkı Evreni'nin kapısını aralar mı?
Urfa’da Tatlıses hayranı olan biri, Mozart’ı dinleme şansına sahip olsaydı, belki de kulağına hoş gelmeyebilirdi Tatlıses’in müziği. Daha çok sesli, daha katmanlı bir müziğin peşinde olabilirdi. Herkes, her şeyi dinlemekte özgür ama bu özgürlük gerçek bir özgürlük değil aslında çünkü seçenekler ve koşullar eşit değil. Gerçekten İbrahim Tatlıses’i seviyorlar mı yoksa tek sevebilecekleri seçenek olarak o mu dayatılıyor onlara? Bunları sorgulamak önemli bence. İnsanlar kaliteli olanı bilmez ve tanımazlarsa, kötü olanı kaliteli ve güzel sanarlar. Ne yazık ki kötü olmak güçlü olmakla özdeşleştiriliyor bu toplumda. Küçük şarkı evrenindeki çocuksu, masum temaları hissedebilecek kadar güçlü ve duyarlı olsak keşke…
Elektronik alt yapılı ve sesinin kattığı etnik havayla insanı derinden etkileyen bir rock sound’un var. Bu sound’a tam olarak bir isim verebildin mi?
Tanımlarla aram hiç iyi değildir, tanım yaptığımız zaman o şeyi etiketlemiş, adını koyup tüketmiş olursunuz. Ama tanım yerine tarifini yapabilirim belki size: Rock hamuruyla yoğrulmuş, doğu motifleriyle kremalanmış, öyle her yerde bulunmayan alternatif bir pasta bu albüm. Ama Doğu motiflerinden kastım kesinlikle arabesk değil. Sentez gerçekten güzel bir şeydir ama önemli olan sentez yapmak değil, sentezi nasıl yaptığınızdır. Doğu ve Batı’nın kaynaşması, mükemmel bir senteze de, çamur gibi bir sound’a da neden olabilir. Suyu fazla kaçırırsanız, pilav lapa olur. Kıvamını iyi tutturmak lazım. Ben bu albümün lapa olmaması için elimden geleni yaptım :)
Bütün şarkılarımı çok seviyorum, o yüzden hiç birine haksızlık olmasın diye, önceden yapmış olduğum ilk on parçayı koydum albüme, sonradan yaptıklarımı ise başka albümlere saklıyorum.
Peki, müzikal açıdan olduğu gibi, sözel açıdan da oldukça sen kokan bir albüme imza atmak bir nevi popülerliği elinin tersiyle itmek değil mi? Oysa -yar bana bakmadı, yalamadı yutmadı- tarzında sözler yazmak senin için zor olmasa gerek...
Evet yazabilirim ama o zaman ben, “Aydilge” olmam ki... Yaptığım şeyde kendi yansımamı göremeyeceksem, o zaman yapmamın gereği kalmaz. Açıkçası ne popüler olmak, ne de başka bir şey umurumda... Zaten popüleri popüler yapan güç halk falan da değil. Halk bunu istiyor lafı da palavra. Halk, ancak birbirine benzer seçenekler arasından seçme özgürlüğüne sahip. Tabii buna özgürlük denirse. Yani halkın, çeşitlilik kisvesi altında dayatılan mavi portakal, yeşil portakal, kırmızı portakal, sarı portakal arasında seçim yapması, onu belirleyici güç konumuna oturtamaz, çünkü halk hangi rengi seçerse seçsin, sonuçta yine portakal tüketmiş oluyor. Ben elma olmayı tercih ediyorum.
Küçük Şarkı Evreni'nden beklentin ne Aydilge; Sence bu albüm seni nerelere taşıyacak?
Tek istediğim insanlar benim evrenimi ziyarete gelsinler, çok çok gelsinler, hep gelsinler. Onlar için çok hazırlık yaptım. Tertemiz, samimi, huzurlu bir ortam hazırladım. Gelirken çiçek falan almalarına da gerek yok, kendilerini getirsinler yeter. Ama evrenime çöp atmamaya ve çimlere basmamaya dikkat ederlerse sevinirim :)
Yeni albüm için çalışmaların nasıl gidiyor?
Her an stüdyoda ekibimle beraber çalışma içerisindeyiz. Gerçi albüm yapmak artık çok zor. Piyasa batmış durumda. Alternatif müzik denilen müziğin,farklı seçenekler sunmak adına yaptığı hiçbir şey yok. Bu şartlar altında müzik yapmak delilik. Ama Nazım Hikmet’in dediği gibi: “Ben yanmazsam, sen yanmazsan o yanmazsa nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?”
Seni Bursa’da ne zaman dinleme şansımız olacak?
Albüm çıkalı bir yıl olmasına rağmen, hala konsere gelemediğim için çok üzgün olduğumu söyleyebilirim. Ben de bunun en kısa zamanda gerçekleşmesini istiyorum inanın.
Aydilge yalnız anlarında kimleri dinler, kimleri okur, ne tarz filmler izler?
Beatles’dan John Lennon, Suede’den Brett Anderson, Radiohead’den Thom Yorke ve Nirvana’dan Kurt Cobain vokalini en çok beğendiğim isimler arasında yer alıyor. Modern müziğin ve gitar sound’unun gelişimi açısından Jimi Hendrix’i, melodik açıdan ise Andy Timmons’ı çok seviyorum. Erkan Oğur’u da söylemeden geçemem. Hem insan olarak hem de müzisyen olarak aşmış bir insan. Sanki başka bir dünyaya ait. Son dönemlerden Placebo ve Muse bence çok başarılı gruplar. Kimleri okuduğum sorusuna gelince: T.S Eliot, D.H. Laurence, C. Dickens, Boris Vian, Dostoevsky gibi isimler benim için çok ama çok önemlidir. En sevdiğim filmler arasında da Momento, Fight Club, Minority Report, Vanilla Sky ve Matrix 1 yer alıyor.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Aydilge: Edebiyat, müzik ve küresel ısınma üzerine...
Yazdığı romanlarla, yayınladığı albümle gençlerin kalbine dokunan Aydilge, Greenpeace ile ortak bir çalışma yaparak, ‘’Dünyanın Kalbi Durmasın’’ adlı bir single yayınladı. Küresel ısınmaya karşı tepkisini dile getirdiği şarkısı, gençler tarafından çok sevildi, slogan haline döndü. Aydilge’yle edebiyat, müzik ve yaşlı dünyamızı konuştuk...
RÖPORTAJ: MAHİR BORA KAYIHAN
Greenpeace ile ortak çalışmanızdan bahseder misin?
Tüm dünyayı tehdit eden küresel ısınma için ne yazık ki, ülkemiz gerekli adımları atmaya başlamadı. Bir müzisyen olarak çevreye ve dünyaya karşı sorumluluk hissediyorum. Ve bazen saatlerce konuşarak anlatamadığımız bir şeyi, küçük samimi bir şarkı anlatıverir. Bu düşünceden yola çıkarak yaptım ‘Dünyanın Kalbi Durmasın’ isimli parçayı. Umarım, yaklaşmakta olan felaketi hatırlatmak için umudun ve uyarının işareti olur.
Şarkı için çekilen videoda, Greenpeace’in tüm dünyada çekilmiş stok görüntüleri göze çarpıyor...
Şarkı yurt dışındaki uluslararası Greenpeace genel merkezlerinden onay aldı, bir çok stok görüntü, arşiv sadece bu proje için Türkiye'ye geldi. Klip çekerken de herhangi bir sponsordan maddi destek almadım. Tamamen kendi imkânlarımla gerçekleştirdiğim bir proje bu. Kayıt aşamasından klibine kadar... Ve tabiki Greenpeace'le çalışmayı tercih ettim, çünkü onlar da bağımsızlıklarını korumak için sponsor desteği almadan tamamen kendi çabalarıyla ayakta duruyorlar. Kendi maddi imkânlarımla şirket desteği almadan böyle bir projeye imza atmamın nedeni şunu göstermek: Ben bu normal müzisyen gelirimle bunu yapabiliyorsam, milyar dolarlara sahip büyük şirketler, hükümetler isteseler neler neler yapabilir... Ve de yapmalılar yoksa daha fazla sömürebilecekleri bir dünya zaten ortada kalmayacak... Türkiye'deki yetkilileri acilen bu konuda üzerine düşen sorumlulukları gerçekleştirmeye davet ediyorum. Şarkıyı dinlemek
Aydilge’yi tanımaya başlayalım... Müzisyen Aydilge’ye geçmeden önce son kitap dosyanız ‘’Sobe’’den biraz bahseder misin?
Sanırım bahsetmem pek doğru olmaz çünkü Sobe, henüz kişiliğini bulamadı. Göbek bağını kesmek için henüz erken. Minik kedi yavrularındaki gibi gözleri tam açılmadı henüz. Onu tedavi edip, sağlıklı bir roman haline getirmem için zamana ihtiyacım var. Pirematüre romanların yazarı olarak anılmak istemem. Bulimia Sokağı ve Altın Aşk Vuruşu birer romandı. Sobe ise henüz anne karnında besleniyor. Arttığı tekmelerden anladığım kadarıyla doğumu biraz sancılı olacak.
Seni Ankara'dan İstanbul'a göç ettiren sanatsal dürtün tam olarak neydi; müzik mi, edebiyat mı?
Kesinlikle müzikti. Kitap yazmam için İstanbul’da yaşamama gerek yoktu, ama müzik camiası İstanbul’da merkezlenmiş durumda. Yaptığım müziği geniş kitlelere duyurmak için buraya gelmem şarttı. Beni İstanbul'a gelmekten hiçbir güç alı koyamadı. Üniversiteyi birincilikle bitirdiğim zaman, herkes benden Amerika’da master yapmamı ve profesör olmamı bekliyordu. Oysa benim akademik kariyer yapmak gibi bir hedefim asla olmadı. Kimseyi dinlemeden atlayıp geldim İstanbul’a. Bir yandan kitaplarımı yazdım, bir yandan da master yaptım; ama asıl olarak hep müzik etrafında dönüp durdu hayatım.
Aydilge ve yazmak...
Aslında müzik yapmaya, edebiyattan çok önce başladım. Sekiz yaşında çocuk korosuna girdiğimi, sonrasında gitarımı alıp beste yapmaya başladığımı biliyorsunuz. Ama Türkiye’de alternatif müzik yapmak gerçekten çok zor ve dediğiniz gibi oldukça yavaş ilerleyebiliyorsunuz. “Aydilge ve yazmak” a gelince... Yeterince beslenemeyip fazla enerji harcayan insanlar nasıl kilo kaybederlerse, ben de sarf ettiğim yaşam enerjisini geri alamazsam (bu enerjiyi müzik ve yazıdan alıyorum) hayat beni yeterince besleyemez. Açıkçası eksik şarjla yaşamaya mahkûm olmaya hiç niyetim yok, o yüzden hem müzik hem de yazı hayatımda hep olacaklar.
Edebiyat ve müzik arasındaki gel-gitlerin en çok hangi yönünü besliyor?
Edebiyat ve müzik arasında bir gel-git yaşıyorum diyemem. İkisi öylesine iç içe geçmiş durumda ki. Örneğin hem Bulimia Sokağı hem de Altın Aşk Vuruşu’ndaki pek çok karakter müzisyendir.
Tuğyan’da yarattığın karakterlerden biri... Klibinden memnun kaldın mı?
Evet, Bulimia Sokağı’ndaki Tuğyan isimli karaktere yazdığım şarkı da albümde yer alıyor. Kendi yarattığım karaktere bir de şarkı yazmış olmam, aslında kulağa komik geliyor :) Yani müzik ve edebiyatın her ikisini de ayrı ayrı önemsiyorum. Bu şuna benziyor: Hani vücudun hem proteine hem de vitamine ihtiyacı vardır. Protein aldığın zaman vitamini almanıza gerek kalmaz diye bir şey yok. Edebiyatla müzik de protein ve vitamin gibi. Sağlıklı beslenebilmek için ruhumun her ikisine de ihtiyacı var.
Benim kliplerimle ilgili zaten hep sıkıntım oldu. İnanın hiçbir şey göründüğü gibi kolay değil. Bir plak şirketine bağlıysanız, klibin konusu, yönetmeni, bütçesi tamamen onların kontrolü altında oluyor ve elinizden bazen hiç bir şey gelmiyor. Ben müziğimin bağımsızlığını korumak için zaten çok fazla mücadele verdiğim için, söz hakkımın çoğunu o alanda kullandım. Klip vs gibi promosyon ile ilgili konularda ise mücadele alanım oldukça kısıtlandı. Dışardan bakınca, Aydilge niye daha güzel klipler çekmedi diye düşünebilirsiniz. Ama işin arka planında neler oluyor bir bilseniz…
Son dönem albümler içerisinde oldukça dikkat çeken bir isimle ve tabiri caizse dumanı üstünde Küçük Şarkı Evreni'nin kapılarını bize açtın. Albüm üzerine daha çok konuşacağız ama öncelikle merak ettiğim bu denli sen kokan, merkezi sen olan melodi evreninin kapılarını açmak zor olmadı mı?
Duyguların, derinliğinin, düş kurmanın, yaratıcılığın sınırlandırıldığı bir toplumda, özgün kalmaya çalışıp, tek tipe çekilmeyi reddedebilmem için kapılarımı açmam şarttı. Müzik yapmak benim, dayatılan yaşam biçimleriyle, yaşama alışkanlıklarıyla hesaplaşmamı sağlıyor. Müziğimi paylaşmasaydım, fotosentez yapamayan bir bitkiye dönerdim. Peki, zor olmadı mı, oldu tabii. Ama kolay elde edilen bir şeyin de pek tadı olmuyor açıkçası.
Aydilge, seni tanımak ve okuyucularıma tanıtmak istiyorum. Ortada debut bir albüm var ama ardındaki isim edebiyat kulvarında bilinen bir isim. Bana TRT Çocuk Korosu'yla başlayan ve eline ilk gitarını aldığın döneme kadar geçen sürecini anlatır mısın?
Sekiz yaşında TRT Radyosu sınavlarına girdim, kazandım. TRT Radyosu’nun eğitimi gerçekten çok disiplinli ve ağırdı. Küçük çocuklar olmamıza rağmen, bize yetişkinmişiz gibi davranır, bizden de yetişkinmişiz gibi davranmamızı beklerlerdi. Bazen saatlerce solfej yapıp, şan teknikleri ile boğuşacağıma, dışarı çıkıp arkadaşlarımla oyun oynamak isterdim. Ama şimdi iyi ki de o sınavı kazanmışım ve o eğitimi almışım diyorum. Her sene konserlerimiz olurdu. O şarkıları içeren iki de albümüz kaydedildi. Stüdyoda kulaklığı kafama geçirip, mikrofonun karşısına geçtiğimde, kendimi Kaf Dağı’nda hissetmiştim. Hani tiyatrocular der ya sahne tozu yutmak diye, ben de orda mikrofonun tozunu yuttum galiba :) 12–13 yaşında da ilk gitarımı aldım. Ibanez marka kırmızı beyaz bir elektro gitar. Hala o gitarım başımın ucunda duruyor ve tüm bestelerimi onunla yapıyorum.
Albümünü 'Oyuncağı müzik olan bir kızın, sürprizlerle dolu oyuncak evi.' olarak tanımlıyorsun. Bu tanıma dayanarak ve edebiyatçı kimliğini unutmayarak oyuncak evinin en güzel odasında kalemini ağırladığını düşünüyorum. Peki, bu oyuncak evden bizi şaşırtacak daha ne gibi sürprizler çıkacak?
Sizi şaşırtacak ne kadar çok sürpriz çıkacağı aslında sizin sürprizlere ne kadar açık olduğunuza da bağlı. Ben kapımı açtım, gelip sürprizleri bulmak size kalıyor artık. Kimisi bu evrene kapıdan bakıp çıkacak, kimi günlerce kalmak isteyecek, kimi günübirlik gelecek, kimi de notaların altına gizlediğim küçük sürprizleri bulup, evrenimin daimi misafirleri olacak ve kendilerini evlerinde hissedecekler. Top artık dinleyicide...
Aynı zamanda karanlığından boşluğa kaçmanı sağlayan büyük bir adımın ismi de Küçük Şarkı Evreni... Neden Postmodern Aşk, Gece veya Şiir değil de Küçük Şarkı Evreni? Albümün isim hikâyesini anlatır mısın?
Benim küçük şarkı evrenim, yapaylıktan kaçtığım, sığındım oyuncak evim; çünkü müzik, kendimi en doğal ifade edebildiğim, en çok “ben” olduğum evren. Ama tek başıma değilim. Dinleyicilerim de bana misafirliğe gelen konuklar. Bu, herkesin kendi olduğu, müzikli bir evcilik oyunu...
Gerçek bir müzisyenin bir hedef kitlesi seçip, o kitle için müzik yaptığına inanmıyorum. Bu yüzden hedef kitleni sormayacağım ama merak ettiğim bir şey var. Polat, Çakır, Memati olmak isteyen, okul kapılarında birbirini bıçaklayan aynı zamanda ellerinde molotof kokteylleriyle sokaklarda çatışmaların ortasında kalan gençlik sence Küçük Şarkı Evreni'nin kapısını aralar mı?
Urfa’da Tatlıses hayranı olan biri, Mozart’ı dinleme şansına sahip olsaydı, belki de kulağına hoş gelmeyebilirdi Tatlıses’in müziği. Daha çok sesli, daha katmanlı bir müziğin peşinde olabilirdi. Herkes, her şeyi dinlemekte özgür ama bu özgürlük gerçek bir özgürlük değil aslında çünkü seçenekler ve koşullar eşit değil. Gerçekten İbrahim Tatlıses’i seviyorlar mı yoksa tek sevebilecekleri seçenek olarak o mu dayatılıyor onlara? Bunları sorgulamak önemli bence. İnsanlar kaliteli olanı bilmez ve tanımazlarsa, kötü olanı kaliteli ve güzel sanarlar. Ne yazık ki kötü olmak güçlü olmakla özdeşleştiriliyor bu toplumda. Küçük şarkı evrenindeki çocuksu, masum temaları hissedebilecek kadar güçlü ve duyarlı olsak keşke…
Elektronik alt yapılı ve sesinin kattığı etnik havayla insanı derinden etkileyen bir rock sound’un var. Bu sound’a tam olarak bir isim verebildin mi?
Tanımlarla aram hiç iyi değildir, tanım yaptığımız zaman o şeyi etiketlemiş, adını koyup tüketmiş olursunuz. Ama tanım yerine tarifini yapabilirim belki size: Rock hamuruyla yoğrulmuş, doğu motifleriyle kremalanmış, öyle her yerde bulunmayan alternatif bir pasta bu albüm. Ama Doğu motiflerinden kastım kesinlikle arabesk değil. Sentez gerçekten güzel bir şeydir ama önemli olan sentez yapmak değil, sentezi nasıl yaptığınızdır. Doğu ve Batı’nın kaynaşması, mükemmel bir senteze de, çamur gibi bir sound’a da neden olabilir. Suyu fazla kaçırırsanız, pilav lapa olur. Kıvamını iyi tutturmak lazım. Ben bu albümün lapa olmaması için elimden geleni yaptım :)
Bütün şarkılarımı çok seviyorum, o yüzden hiç birine haksızlık olmasın diye, önceden yapmış olduğum ilk on parçayı koydum albüme, sonradan yaptıklarımı ise başka albümlere saklıyorum.
Peki, müzikal açıdan olduğu gibi, sözel açıdan da oldukça sen kokan bir albüme imza atmak bir nevi popülerliği elinin tersiyle itmek değil mi? Oysa -yar bana bakmadı, yalamadı yutmadı- tarzında sözler yazmak senin için zor olmasa gerek...
Evet yazabilirim ama o zaman ben, “Aydilge” olmam ki... Yaptığım şeyde kendi yansımamı göremeyeceksem, o zaman yapmamın gereği kalmaz. Açıkçası ne popüler olmak, ne de başka bir şey umurumda... Zaten popüleri popüler yapan güç halk falan da değil. Halk bunu istiyor lafı da palavra. Halk, ancak birbirine benzer seçenekler arasından seçme özgürlüğüne sahip. Tabii buna özgürlük denirse. Yani halkın, çeşitlilik kisvesi altında dayatılan mavi portakal, yeşil portakal, kırmızı portakal, sarı portakal arasında seçim yapması, onu belirleyici güç konumuna oturtamaz, çünkü halk hangi rengi seçerse seçsin, sonuçta yine portakal tüketmiş oluyor. Ben elma olmayı tercih ediyorum.
Küçük Şarkı Evreni'nden beklentin ne Aydilge; Sence bu albüm seni nerelere taşıyacak?
Tek istediğim insanlar benim evrenimi ziyarete gelsinler, çok çok gelsinler, hep gelsinler. Onlar için çok hazırlık yaptım. Tertemiz, samimi, huzurlu bir ortam hazırladım. Gelirken çiçek falan almalarına da gerek yok, kendilerini getirsinler yeter. Ama evrenime çöp atmamaya ve çimlere basmamaya dikkat ederlerse sevinirim :)
Yeni albüm için çalışmaların nasıl gidiyor?
Her an stüdyoda ekibimle beraber çalışma içerisindeyiz. Gerçi albüm yapmak artık çok zor. Piyasa batmış durumda. Alternatif müzik denilen müziğin,farklı seçenekler sunmak adına yaptığı hiçbir şey yok. Bu şartlar altında müzik yapmak delilik. Ama Nazım Hikmet’in dediği gibi: “Ben yanmazsam, sen yanmazsan o yanmazsa nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?”
Seni Bursa’da ne zaman dinleme şansımız olacak?
Albüm çıkalı bir yıl olmasına rağmen, hala konsere gelemediğim için çok üzgün olduğumu söyleyebilirim. Ben de bunun en kısa zamanda gerçekleşmesini istiyorum inanın.
Aydilge yalnız anlarında kimleri dinler, kimleri okur, ne tarz filmler izler?
Beatles’dan John Lennon, Suede’den Brett Anderson, Radiohead’den Thom Yorke ve Nirvana’dan Kurt Cobain vokalini en çok beğendiğim isimler arasında yer alıyor. Modern müziğin ve gitar sound’unun gelişimi açısından Jimi Hendrix’i, melodik açıdan ise Andy Timmons’ı çok seviyorum. Erkan Oğur’u da söylemeden geçemem. Hem insan olarak hem de müzisyen olarak aşmış bir insan. Sanki başka bir dünyaya ait. Son dönemlerden Placebo ve Muse bence çok başarılı gruplar. Kimleri okuduğum sorusuna gelince: T.S Eliot, D.H. Laurence, C. Dickens, Boris Vian, Dostoevsky gibi isimler benim için çok ama çok önemlidir. En sevdiğim filmler arasında da Momento, Fight Club, Minority Report, Vanilla Sky ve Matrix 1 yer alıyor.
En Çok Okunan Haberler