Bugün gözlerimizi yeniden yakınımıza çevirdiğimizde, etrafımızın adeta bir ateş çemberine döndüğünü görüyoruz. İsrail’in İran’ın Tebriz kentine gerçekleştirdiği son saldırı, yalnızca iki ülke arasındaki tansiyonu değil, tüm bölgeyi etkileme potansiyeli taşıyan kritik bir dönüm noktasıdır. Böyle zamanlarda bize düşen şey, duyguların değil, aklın ve sağduyunun terazisine başvurmaktır. Çünkü kızgınlık, anı kurtarır sağduyu ise geleceği.
Ortadoğu, zengin kaynakları kadar kırılgan yapısıyla da tarihin en hassas coğrafyalarından biri. Bu topraklar üzerinde yürütülen mücadeleler sadece bugünle sınırlı değildir. Güçlü nedenler arasında ise enerji hatları, mezhep ayrılıkları, etnik dengeler ve tarihsel kırgınlıklar bugünkü çatışmaların köklerini oluşturur. Barışa susamış bu coğrafyada, her kurşun umutları biraz daha kanatıyor.
İsrail, kuruluşundan bu yana güvenlik eksenli bir stratejiyi benimsedi. Bölgesinde askeri ve istihbarat üstünlüğünü sürdürerek her gelişmeyi ulusal güvenliğiyle ilişkilendiren bir refleks geliştirdi. Diplomatik alanda özellikle ABD ve bazı Batılı ülkelerle kurduğu güçlü ittifaklar, onu çoğu zaman dokunulmaz hale getiriyor. İsrail’in gücü yalnızca silahlarında değil, uluslararası kamuoyunu yönlendirme kabiliyetinde de yatıyor. Bu, onu rakiplerinden ayıran ve küresel arenada etkili kılan temel farktır.
İran ise devrim sonrası inşa ettiği ideolojik çizgiyi bölgeye taşımayı hedefleyen bir yaklaşım izliyor. Özellikle vekalet savaşlarıyla, doğrudan değil ama dolaylı müdahalelerle etkisini sürdürüyor. Silah ve mühimmat kaynaklarının bir kısmı yerli üretimden sağlansa da dış destekler ve kaçak yollar hâlâ etkin rol oynuyor. Rusya ve Çin ile yürüttüğü stratejik iş birlikleri, İran’ın yalnız kalmamasını sağlıyor. Ancak bu denklemde en büyük bedeli ödeyenler, ne yazık ki hep halklar oluyor.
Bu savaşları kim neden ister? Sorunun yanıtı basit: istikrarsızlıktan beslenenler. Enerji fiyatlarının yükselmesini isteyenler, silah ticaretinden kazanç sağlayanlar, bölgede zayıf devletler görmek isteyenler... Ortadoğu’nun kaosu, bazı merkezler için düzen demek. Çünkü istikrarsız bir bölge, kolay yönlendirilir. Barış, bazıları için pahalı; savaş ise kârlı bir iştir.
Bu süreçte Türkiye’nin duruşu hayati önem taşıyor. Sınır komşularının ateş içinde olduğu bir tabloda Türkiye’nin taraf olmak yerine çözüm üreten, arabuluculuk yapabilen, sağduyunun sesi olabilen bir ülke olması gerekiyor. Duygusal tepkiler değil, stratejik hamleler belirleyici olmalı. Türkiye, çatışmanın değil, barışın diliyle konuştuğunda yalnız bölge halklarının değil, insanlığın da umudu olabilir.
Ekonomik olarak bakıldığında, kısa vadede enerji ve gıda fiyatlarında artış, yatırımlarda çekilme ve mülteci baskısı öne çıkıyor. Orta vadede bölgedeki ülkelerin altyapıları zarar görüyor, kalkınma projeleri erteleniyor. Uzun vadede ise, gelecek kuşakların barış içinde yaşama ihtimali tehlikeye giriyor. Çatışmalar, sadece bugünü değil, yarının eğitimini, sağlığını, huzurunu da çalıyor.
Ve en önemlisi, İnsanlık. Her patlayan bombada bir çocuk korkuyla uyanıyor. Her çatışmada bir anne evladını yitiriyor. Savaşların haklı gerekçeleri olmaz; en fazla anlatılan nedenler olur. Ama hiçbiri bir hayatın kaybını meşrulaştıramaz. Vicdan, hiçbir devletin çıkarından daha az değerli değildir. İnsan hayatı, politik hesaplardan üstündür.
Uluslararası kurumlar bu noktada büyük bir sınavdan geçiyor. Birleşmiş Milletler yalnızca açıklama yapan değil, sahada etkili çözümler sunan bir yapıya dönüşmeli. NATO, çatışmaları büyüten değil, barışı koruyan bir çerçeve içinde hareket etmeli. Avrupa Birliği, diplomatik bir köprü kurarak İsrail ve İran’ı aynı masaya oturtmanın yollarını aramalı. İran’ın komşuları ise bu ateşin evlerine sıçramaması için barış diplomasisinde sorumluluk almalı.
Tekrar tekrar hatırlatmak isterim. Bugün susanlar değil, bugün konuşanlar anılacak. Herkesin sustuğu anda sağduyuyu dile getirmek cesaret ister. Ve belki de en çok şimdi, en çok bu coğrafyada, barış için cesur olmaya ihtiyaç var.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Kemal UYSAL
Ateş Çemberinde Sağduyuyu Aramak
Bugün gözlerimizi yeniden yakınımıza çevirdiğimizde, etrafımızın adeta bir ateş çemberine döndüğünü görüyoruz. İsrail’in İran’ın Tebriz kentine gerçekleştirdiği son saldırı, yalnızca iki ülke arasındaki tansiyonu değil, tüm bölgeyi etkileme potansiyeli taşıyan kritik bir dönüm noktasıdır. Böyle zamanlarda bize düşen şey, duyguların değil, aklın ve sağduyunun terazisine başvurmaktır. Çünkü kızgınlık, anı kurtarır sağduyu ise geleceği.
Ortadoğu, zengin kaynakları kadar kırılgan yapısıyla da tarihin en hassas coğrafyalarından biri. Bu topraklar üzerinde yürütülen mücadeleler sadece bugünle sınırlı değildir. Güçlü nedenler arasında ise enerji hatları, mezhep ayrılıkları, etnik dengeler ve tarihsel kırgınlıklar bugünkü çatışmaların köklerini oluşturur. Barışa susamış bu coğrafyada, her kurşun umutları biraz daha kanatıyor.
İsrail, kuruluşundan bu yana güvenlik eksenli bir stratejiyi benimsedi. Bölgesinde askeri ve istihbarat üstünlüğünü sürdürerek her gelişmeyi ulusal güvenliğiyle ilişkilendiren bir refleks geliştirdi. Diplomatik alanda özellikle ABD ve bazı Batılı ülkelerle kurduğu güçlü ittifaklar, onu çoğu zaman dokunulmaz hale getiriyor. İsrail’in gücü yalnızca silahlarında değil, uluslararası kamuoyunu yönlendirme kabiliyetinde de yatıyor. Bu, onu rakiplerinden ayıran ve küresel arenada etkili kılan temel farktır.
İran ise devrim sonrası inşa ettiği ideolojik çizgiyi bölgeye taşımayı hedefleyen bir yaklaşım izliyor. Özellikle vekalet savaşlarıyla, doğrudan değil ama dolaylı müdahalelerle etkisini sürdürüyor. Silah ve mühimmat kaynaklarının bir kısmı yerli üretimden sağlansa da dış destekler ve kaçak yollar hâlâ etkin rol oynuyor. Rusya ve Çin ile yürüttüğü stratejik iş birlikleri, İran’ın yalnız kalmamasını sağlıyor. Ancak bu denklemde en büyük bedeli ödeyenler, ne yazık ki hep halklar oluyor.
Bu savaşları kim neden ister? Sorunun yanıtı basit: istikrarsızlıktan beslenenler. Enerji fiyatlarının yükselmesini isteyenler, silah ticaretinden kazanç sağlayanlar, bölgede zayıf devletler görmek isteyenler... Ortadoğu’nun kaosu, bazı merkezler için düzen demek. Çünkü istikrarsız bir bölge, kolay yönlendirilir. Barış, bazıları için pahalı; savaş ise kârlı bir iştir.
Bu süreçte Türkiye’nin duruşu hayati önem taşıyor. Sınır komşularının ateş içinde olduğu bir tabloda Türkiye’nin taraf olmak yerine çözüm üreten, arabuluculuk yapabilen, sağduyunun sesi olabilen bir ülke olması gerekiyor. Duygusal tepkiler değil, stratejik hamleler belirleyici olmalı. Türkiye, çatışmanın değil, barışın diliyle konuştuğunda yalnız bölge halklarının değil, insanlığın da umudu olabilir.
Ekonomik olarak bakıldığında, kısa vadede enerji ve gıda fiyatlarında artış, yatırımlarda çekilme ve mülteci baskısı öne çıkıyor. Orta vadede bölgedeki ülkelerin altyapıları zarar görüyor, kalkınma projeleri erteleniyor. Uzun vadede ise, gelecek kuşakların barış içinde yaşama ihtimali tehlikeye giriyor. Çatışmalar, sadece bugünü değil, yarının eğitimini, sağlığını, huzurunu da çalıyor.
Ve en önemlisi, İnsanlık. Her patlayan bombada bir çocuk korkuyla uyanıyor. Her çatışmada bir anne evladını yitiriyor. Savaşların haklı gerekçeleri olmaz; en fazla anlatılan nedenler olur. Ama hiçbiri bir hayatın kaybını meşrulaştıramaz. Vicdan, hiçbir devletin çıkarından daha az değerli değildir. İnsan hayatı, politik hesaplardan üstündür.
Uluslararası kurumlar bu noktada büyük bir sınavdan geçiyor. Birleşmiş Milletler yalnızca açıklama yapan değil, sahada etkili çözümler sunan bir yapıya dönüşmeli. NATO, çatışmaları büyüten değil, barışı koruyan bir çerçeve içinde hareket etmeli. Avrupa Birliği, diplomatik bir köprü kurarak İsrail ve İran’ı aynı masaya oturtmanın yollarını aramalı. İran’ın komşuları ise bu ateşin evlerine sıçramaması için barış diplomasisinde sorumluluk almalı.
Tekrar tekrar hatırlatmak isterim. Bugün susanlar değil, bugün konuşanlar anılacak. Herkesin sustuğu anda sağduyuyu dile getirmek cesaret ister. Ve belki de en çok şimdi, en çok bu coğrafyada, barış için cesur olmaya ihtiyaç var.