TBMM komisyonlarında bütçe maratonu başladı, rakamlar, cetveller, ödenek kalemleri konuşuluyor. Peki o tablolarda, Bursa’dan yükselen sesler ne kadar duyuluyor? Bu yazı, rakamlara değil, o rakamların arkasındaki hayatlara bakıyor.
Nilüfer’de küçük bir tarlası olan Hasan abi, traktörüne yaslanıp şunu söylüyor:
“Mazotun litresini, gübrenin tonunu siz de biliyorsunuz. Ben artık kar etmeyi geçtim, zarar etmeyeyim yeter diyorum. Bütçede tarıma ayrılan payı duyuyorum ama pazarda cebimdeki payı göremiyorum. Benim bütçem eksideyken devletin fazlası olsa ne olur?”
Görükle’de bir öğrenci evinde masanın üstünde ders notlarından çok faturalar duruyor. Uludağ Üniversitesi’nden Zeynep’in cümlesi kısa:
“Bursum ay başında geliyor, iki gün nefes alıyorum. Sonra kira, fatura, yol derken bitiyor. Ülke bütçesi denk mi bilmem ama benim ay sonum denk değil.”
Organize sanayide çalışan Mehmet ise şöyle diyor:
“Üç vardiya bile yetiyor aslında, dördüncüye kalmak istemiyorum. Mesai değil, nefes almak istiyorum.”
Bir emekli çift “Marketin kapısından içeri girince emekli değil, stajyer gibi hissediyoruz.” diye anlatıyor. Çalışan bir anne, beslenme çantasına koyduğu elmayı bile bölerek pay ediyor. Gençlerle ve dezavantajlı gruplarla çalışan STK’lar, “Sahada gördüğümüz ihtiyacın bütçede karşılığını bulamıyoruz” diye ekliyor. Aslında hepsi aynı şeyi söylüyor: “Bize rağmen değil, bizimle birlikte hazırlanan bir bütçe istiyoruz.”
Burada güçlü ve olumlu bir ironiye yer var: Keşke Genel Kurul’da milletvekilleri oylamaya geçmeden önce sadece önlerindeki elektronik butona değil, Bursa’da bir mutfak dolabının kapağına iliştirilmiş “Aile Bütçesi” defterinede basmak zorunda kalsaydı. Buton yeşile döndüğünde, o defterdeki eksi bakiyeler kapanıyor, öğrencinin ay sonu korkusu hafifliyor, çiftçinin mazot fişi dert olmaktan çıkıyorsa, işte o zaman gerçek “bütçe disiplini” yakalanmış olurdu. Vatandaşın defterini kara geçirirken devletin alnını ak bırakmak, belki de bütün teknik tartışmaların üstünde duran tek ölçüdür.
Dünya da bu sınavdan geçiyor. Latin Amerika’da bazı şehirlerde halk, katılımcı bütçe ile “park mı yapılsın, kreş mi açılsın” birlikte kararlaştırıyor. Avrupa’da bütçe görüşmeleri sadece canlı yayınlanmakla kalmıyor; gençlerin, STK’ların, yerel inisiyatiflerin görüşleri önceden alınıyor, sade dille raporlanıyor. Çocuklara bile “şehir bütçesi” atölyeleri düzenleniyor, çünkü yarın vergiyi onlar ödeyecek, kararı da onlar sorgulayacak.
Türkiye’de de TBMM’nin doğal tarafı açıktır: Meclisin doğal tarafı vatandaştır. Bütçeyi hazırlayan da kabul eden de şunu unutmamalı: O rakamların kaynağı, işçinin vardiyası, öğrencinin kısıtlı bursu, çiftçinin traktörü, emeklinin ömrü boyunca ödediği vergidir. Gerçek onay, oyu kullanan milletvekilinin parmağında değil, ay sonu geldiğinde hala nefes alabildiğini hisseden vatandaşın iç çekişinde saklıdır.
Bu köşeden kendi adıma bir not düşmek istiyorum. Kemal UYSAL olarak hatırlatmak isterim ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” sözü sadece bir duvarda asılı cümle değil, bütçe görüşmelerinin de pusulası olmalıdır. Eğer egemenlik gerçekten milletinse, bütçenin her satırında çiftçinin alın teri, öğrencinin umudu, işçinin emeği, emeklinin onuru, çocuğun geleceği görünür olmalıdır. Bugün TBMM’de alınan kararlar, yarın Bursa’nın sokaklarında, mutfaklarında, atölyelerinde, tarlalarında hissedilecek. Hatırlayalım: Milletin sesini duymayan bütçe, kağıtta dengeli görünse de hayatta eksik kalır.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Kemal UYSAL
Bütçe Tablolarında Değil…
TBMM komisyonlarında bütçe maratonu başladı, rakamlar, cetveller, ödenek kalemleri konuşuluyor. Peki o tablolarda, Bursa’dan yükselen sesler ne kadar duyuluyor? Bu yazı, rakamlara değil, o rakamların arkasındaki hayatlara bakıyor.
Nilüfer’de küçük bir tarlası olan Hasan abi, traktörüne yaslanıp şunu söylüyor:
“Mazotun litresini, gübrenin tonunu siz de biliyorsunuz. Ben artık kar etmeyi geçtim, zarar etmeyeyim yeter diyorum. Bütçede tarıma ayrılan payı duyuyorum ama pazarda cebimdeki payı göremiyorum. Benim bütçem eksideyken devletin fazlası olsa ne olur?”
Görükle’de bir öğrenci evinde masanın üstünde ders notlarından çok faturalar duruyor. Uludağ Üniversitesi’nden Zeynep’in cümlesi kısa:
“Bursum ay başında geliyor, iki gün nefes alıyorum. Sonra kira, fatura, yol derken bitiyor. Ülke bütçesi denk mi bilmem ama benim ay sonum denk değil.”
Organize sanayide çalışan Mehmet ise şöyle diyor:
“Üç vardiya bile yetiyor aslında, dördüncüye kalmak istemiyorum. Mesai değil, nefes almak istiyorum.”
Bir emekli çift “Marketin kapısından içeri girince emekli değil, stajyer gibi hissediyoruz.” diye anlatıyor. Çalışan bir anne, beslenme çantasına koyduğu elmayı bile bölerek pay ediyor. Gençlerle ve dezavantajlı gruplarla çalışan STK’lar, “Sahada gördüğümüz ihtiyacın bütçede karşılığını bulamıyoruz” diye ekliyor. Aslında hepsi aynı şeyi söylüyor:
“Bize rağmen değil, bizimle birlikte hazırlanan bir bütçe istiyoruz.”
Burada güçlü ve olumlu bir ironiye yer var: Keşke Genel Kurul’da milletvekilleri oylamaya geçmeden önce sadece önlerindeki elektronik butona değil, Bursa’da bir mutfak dolabının kapağına iliştirilmiş “Aile Bütçesi” defterinede basmak zorunda kalsaydı. Buton yeşile döndüğünde, o defterdeki eksi bakiyeler kapanıyor, öğrencinin ay sonu korkusu hafifliyor, çiftçinin mazot fişi dert olmaktan çıkıyorsa, işte o zaman gerçek “bütçe disiplini” yakalanmış olurdu. Vatandaşın defterini kara geçirirken devletin alnını ak bırakmak, belki de bütün teknik tartışmaların üstünde duran tek ölçüdür.
Dünya da bu sınavdan geçiyor. Latin Amerika’da bazı şehirlerde halk, katılımcı bütçe ile “park mı yapılsın, kreş mi açılsın” birlikte kararlaştırıyor. Avrupa’da bütçe görüşmeleri sadece canlı yayınlanmakla kalmıyor; gençlerin, STK’ların, yerel inisiyatiflerin görüşleri önceden alınıyor, sade dille raporlanıyor. Çocuklara bile “şehir bütçesi” atölyeleri düzenleniyor, çünkü yarın vergiyi onlar ödeyecek, kararı da onlar sorgulayacak.
Türkiye’de de TBMM’nin doğal tarafı açıktır: Meclisin doğal tarafı vatandaştır. Bütçeyi hazırlayan da kabul eden de şunu unutmamalı: O rakamların kaynağı, işçinin vardiyası, öğrencinin kısıtlı bursu, çiftçinin traktörü, emeklinin ömrü boyunca ödediği vergidir. Gerçek onay, oyu kullanan milletvekilinin parmağında değil, ay sonu geldiğinde hala nefes alabildiğini hisseden vatandaşın iç çekişinde saklıdır.
Bu köşeden kendi adıma bir not düşmek istiyorum. Kemal UYSAL olarak hatırlatmak isterim ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” sözü sadece bir duvarda asılı cümle değil, bütçe görüşmelerinin de pusulası olmalıdır. Eğer egemenlik gerçekten milletinse, bütçenin her satırında çiftçinin alın teri, öğrencinin umudu, işçinin emeği, emeklinin onuru, çocuğun geleceği görünür olmalıdır. Bugün TBMM’de alınan kararlar, yarın Bursa’nın sokaklarında, mutfaklarında, atölyelerinde, tarlalarında hissedilecek. Hatırlayalım: Milletin sesini duymayan bütçe, kağıtta dengeli görünse de hayatta eksik kalır.