Hava Durumu

Demokrasi Getirmek mi? Kimin için, Kimin Adına?

Yazının Giriş Tarihi: 23.06.2025 12:40
Yazının Güncellenme Tarihi: 23.06.2025 12:40

“Ortadoğu büyüyecek, güçlenecek...”
Ne güzel bir hayal. Eğer bu söz, bu toprakların halkının içinden, yüreğinden, emeğinden yükseliyorsa, umutlanırız, cesaretleniriz. Fakat eğer bu söz, başka başkentlerin çıkar odaklı masalarında yazılmış bir senaryonun cümlesiyse, işte o zaman hep birlikte durmalı, düşünmeliyiz. Çünkü bu coğrafya, “demokrasi getirme” vaadiyle başlayan müdahalelerin ardından sadece yıkımı, göçü, yası ve sessizliği tanıdı.

Son otuz yılda Orta Doğu, Afrika ve Asya dışarıdan gelen demokrasi projelerinin laboratuvarı haline getirildi. Her müdahale sonrası daha çok yoksulluk, daha fazla parçalanma ve çok daha az özgürlük yaşandı. “Demokrasi” adıyla gelen her yabancı el, yerli adaleti boğdu. Demokrasi, silahla, baskıyla, işgalle değil, insan iradesiyle, bilinçle ve adaletle doğar. Bu yüzden şunu artık açıkça söylemeliyiz: Demokrasi ithal edilmez, inşa edilir.

2010 yılında Suriye’ye yaptığım gezide, kadim şehirlerin huzurlu kalabalığına şahit olmuştum. Şam’da bir terzinin dükkanında, dikiş makinesinin ritmiyle örülen bir hayat vardı. Terzi bana “Her dikişin bir sabrı vardır,” demişti. O gün o cümle, sıradan bir nasihat gibiydi. Bugünse bir milletin nasıl ayakta durabileceğini anlatan derin bir ders gibi zihnimde duruyor. Şimdi o dükkân yerinde mi, terzi hayatta mı bilmiyorum. Ama biliyorum ki, o sabrı, bu topraklara dışarıdan kimse veremezdi.

2012’de gençlik toplantısı için gittiğim Libya’da, üniversite öğrencileriyle yapılan oturumda bir genç kız ayağa kalkıp şöyle demişti: “Biz sustuk, şimdi konuşmaya çalışıyoruz ama herkes üstümüze bağırıyor.” Bugün o coğrafyada hâlâ ses karışık, sözler boğuk. Çünkü demokrasi getirdiklerini söyleyenler, halkın sesini bastırdılar. Bugün Libya’da kaç hükümetin olduğu belli değil, halk hâlâ günlük yaşamını silah seslerinin gölgesinde sürdürüyor. Özgürlük umudu, kontrolsüzlük içinde eriyip gitti.

Ve İran…
Son günlerde yaşanan gelişmeler bize tekrar hatırlattı ki: Eğer bir ülke bombalanıyorsa, mesele o rejim değildir, mesele, o halkın bağımsız karar verebilme potansiyelidir. İsrail’in doğrudan İran topraklarını hedef alması, sadece askeri değil, siyasal ve psikolojik bir kuşatmadır. Elbette İran’daki rejimi eleştirebiliriz, eksiklerini tartışabiliriz. Ama o rejimi ortadan kaldırmak isteyenin kim olduğunu sorgulamazsak, asıl tehdit edilen şeyin halkın iradesi olduğunu göremeyiz.

Hiçbir ülkeye demokrasi bombayla gelmez. Gelirse sadece yıkım, kamplaşma ve yabancılaşma bırakır geride. Bu topraklarda barış, ancak halkın kendi sesini, kendi yolunu, kendi kurumlarını kurmasıyla gelir. Dışarıdan gelen her “özgürlük” müdahalesi, içeride bir başka zinciri kuvvetlendirmiştir.

Ve artık bir çağrıda bulunma zamanı geldi.
Her ülkenin aydınlarına, bilim insanlarına, sanatçılarına, eğitimcilerine, çiftçilerine, doğa savunucularına, mühendislerine ve gençlerine sesleniyorum. Yeni bir dünya, ancak sizlerin omuzlarında yükselebilir. Barış, tankla değil tohumla gelir. İyilik, silahla değil bilgiyle yayılır. Artık ülkeler arasında kurulacak gerçek bağlar, bilimsel iş birliklerinde, sanatsal üretimlerde, kültürel paylaşımlarda, enerji tasarrufunda, doğayla uyum içinde yaşamada, sürdürülebilir tarımda ve yerel kalkınmada olmalı.

Bugünün savaşlarını diplomasi değil, dayanışma bitirecek.
Bugünün özgürlüğünü tanklar değil, öğrenciler kazanacak.
Bugünün geleceğini askeri anlaşmalar değil, doğayla barışık üretim biçimleri kuracak.

Ve evet, Ortadoğu büyüsün, güçlensin. Ama bu, başkalarının planlarıyla değil, bu coğrafyanın kendi çocuklarının teriyle, bilgeliğiyle, sabrıyla ve cesaretiyle olsun.
Çünkü eğer bir gün bu topraklarda gerçek demokrasi filizlenecekse, o günü başkaları değil, bu halkların kendi evlatları yazacaktır.
Ve o yazı, kalemle değil, inançla, emekle ve umutla yazılacaktır.

KEMAL UYSAL olarak ben bu coğrafyanın geleceği için stratejimi şöyle kurardım:
Toplumlar arasında güveni ve kalıcı barışı tesis etmek için önce halkların birbirini duyması, tanıması, anlaması gerekir. Bunun için:

Ülkeler arasında bilimsel ve kültürel iş birliklerini artıran çok uluslu platformlar kurardım.
– Gençler arasında ekolojik, dijital ve kültürel değişim programları geliştirirdim.
– Enerji, tarım ve su yönetimi gibi yaşamsal alanlarda dayanışma esaslı ortak projeler başlatırdım.
Krizlerle değil, çözümlerle konuşan bir medya dili inşa edilmesi için çağrıda bulunurdum.
– En önemlisi de, halkların kendi kaderini tayin hakkına saygı duyan diplomatik ilkeleri savunurdum.

"Barış, halklar arasında kurulur, devletler ancak tanık olur." Bu söz, Lübnanlı düşünür Amin Maalouf’a ait.
Yine Edward Said’in dediği gibi, “Gerçek özgürlük hem başkalarının hakkına saygı duymak hem de kendininkini savunmaktır.”
Ben de diyorum ki:
Toplumların refahı için en güçlü yatırım, ortak akılda buluşmaktır.

Bugün inşa etmezsek, yarın yıkılanı izleriz.
Bugün konuşmazsak, yarın suskunluğu miras alırız.
Bugün el uzatmazsak, yarın kopan bağlara ağlarız.

Ama bugün başlarsak... Yarın umut olur.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.