Hava Durumu

Ekonomide Vatandaş Gücü: Değişimin Anahtarı

Yazının Giriş Tarihi: 07.04.2025 13:37
Yazının Güncellenme Tarihi: 07.04.2025 13:38

Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik serüveni, yalnızca döviz kurları, büyüme oranları ya da enflasyon rakamlarıyla okunabilecek bir tablo değildir. Bu hikâye, aynı zamanda halkın ekonomik sistemle olan ilişkisinin, devlet kurumlarının işlerliğinin ve vatandaş ile yönetim arasındaki güç dengesinin de aynasıdır. Ekonomi sadece bir teknik alan değil; toplumun her kesimini doğrudan etkileyen ve şekillendiren canlı bir organizmadır. Bu nedenle, ekonomik gidişat kadar, o gidişat üzerinde halkın etkisi ve gücü de tartışmanın merkezinde yer almalıdır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin ekonomideki rolü son derece belirgindi. Üretim altyapısı yok denecek kadar zayıftı; bu boşluğu devletin kurduğu fabrikalar, demiryolları ve sanayi yatırımları doldurmaya çalıştı. O dönemlerde vatandaş, kalkınma hedefinin pasif bir izleyicisi konumundaydı. Toplumsal bilinç henüz inşa ediliyordu. Ancak zamanla anlaşıldı ki, halkın katılımı olmadan, yalnızca merkezi planlama ile kalıcı ve adil bir kalkınma sağlamak mümkün değil.
1950’lerle birlikte özel sektör ve bireysel girişimcilik ön plana çıktı. Ancak bu kez de vatandaş, karar süreçlerinden yine uzakta, ekonomik büyümenin yalnızca sonucu olan bir figüre dönüştü. 1970’lerin siyasi istikrarsızlığı, ekonomik krizlerle birleştiğinde, toplum bu kez yalnızca ekonomik zorlukları taşıyan bir yükleyici haline geldi. Enflasyon, işsizlik ve kıtlık gibi sorunlarla boğuşan halkın talepleri, karar vericiler nezdinde karşılık bulamadı. Bunun temel sebebi, vatandaşın hak arama kanallarının zayıf olması ve örgütlü sivil taleplerin yeterince güçlü olmamasıydı.
1980 sonrası dönemde ekonomi serbest piyasa kurallarına göre şekillenmeye başladı. Ancak yeniden görüldü ki, kuralların işlerliği, kurumların bağımsızlığına ve vatandaşın bu süreçleri denetlemesine bağlıydı. 1994 ve 2001 krizleri, vatandaşın ekonomik karar süreçlerinden dışlandığında sistemin ne kadar kırılganlaştığını açıkça gösterdi. Oysaki vatandaş güçlü olduğunda, hesap sorabildiğinde, kararlar da daha sağlıklı ve sürdürülebilir alınabiliyor.
2002 sonrası dönemde sağlanan büyüme ortamı, başlangıçta reformların ve güçlü kurumların desteğiyle ilerledi. Ancak zaman içinde bu yapı sarsıldı. Ekonomik kararların merkezileşmesi, verilerin şeffaflığını yitirmesi, bağımsız denetim mekanizmalarının etkisizleşmesi vatandaşla devlet arasındaki güven bağını zedeledi. Bu durumun en büyük bedelini ise yine halk ödedi: yüksek enflasyon, alım gücünün düşmesi, gelir adaletsizliğinin artması gibi sorunlar halkın gündelik yaşamına doğrudan yansıdı.
Ekonominin düzelmesi için yalnızca teknik adımlar yetmez. Asıl ihtiyaç, vatandaşın güçlendirilmesidir. Çünkü ekonomik refah, yalnızca yukarıdan aşağıya inşa edilen bir sistemle sağlanamaz. Vatandaş bilinçli, sorgulayıcı ve hak arayan bir konumda olmalıdır. Güçlü bir ekonomi, ancak güçlü bireylerin olduğu toplumlarda mümkündür. Bugün Türkiye’nin ekonomik iyileşme yolculuğunda halkın daha fazla söz sahibi olması, sürece aktif şekilde katılması artık ertelenemez bir ihtiyaçtır.
Bu noktada, çözüm önerileri yalnızca yönetim düzeyine değil, toplumsal bilinç düzeyine de hitap etmelidir. Ekonomik karar alma süreçlerinde şeffaflık artırılmalı, vatandaşın bilgiye erişimi kolaylaştırılmalıdır. Katılımcı bütçeleme, yerel kalkınma planlarına halkın dahil edilmesi ve ekonomik politikalarda sivil toplumun rolünün artırılması, vatandaşın sistem üzerindeki etkisini artıracak adımlardır. Aynı zamanda örgütlü sivil toplum yapıları güçlendirilmeli, sendikalar, kooperatifler ve tüketici birlikleri desteklenmelidir. Bu yapılar vatandaşın sadece bireysel değil, kolektif olarak da karar vericiler üzerinde etki yaratmasını sağlayacak temel araçlardır.
Vatandaş, oy kullanırken sadece siyasal tercih belirtmez; aynı zamanda ekonomik yönetişim üzerinde de söz hakkını kullanır. Bu nedenle, ekonomik gündeme hâkim olmak, verilen sözlerin karşılığını talep etmek ve gerektiğinde demokratik tepkisini ortaya koymak bir yurttaşlık sorumluluğudur. Aynı şekilde, üretici olarak kaliteyi önceleyen, tüketici olarak israfa karşı duran, finansal olarak tasarrufa ve yerli üretime yönelen bir birey, yalnızca kendi değil, ülke ekonomisinin de gücüne güç katar.
Unutulmamalıdır ki bir ülkede kurumlar kadar, o kurumları izleyen, denetleyen ve yönlendiren halk da önemlidir. Ekonomik istikrar, yalnızca merkez bankası politikalarıyla değil; bilinçli, haklarının farkında olan ve katılımcı bir halkın varlığıyla mümkündür. Türkiye’nin gelecekte ekonomik olarak daha sağlam adımlar atabilmesi için, yalnızca reformlara değil; bilinçli, örgütlü ve kararlı bir topluma da ihtiyaç vardır. Bu toplumun her bireyi, ekonomik kaderin pasif taşıyıcısı değil; aktif biçimlendiricisi olmalıdır.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.