Hava Durumu

Et Giren Yere Dert Girer

Yazının Giriş Tarihi: 30.11.2025 15:29
Yazının Güncellenme Tarihi: 30.11.2025 15:30

Eskiden Et giren eve dert girmez derdik. 2025’in Türkiye’sinde ise fotoğraf tersine dönmüş durumda: Bugün et giren yere ev kirası, kredi kartı ekstresi, ithalat faturası ve zincir market kârı birlikte giriyor. Çünkü vatandaşın ucuz ete ulaşamamasının sebebi, sadece “pahalı kasap” değil; yanlış tarım politikaları, ithalata bağımlı bir sistem ve adaletsiz dağıtım düzeni.

Son üç yılda Et ve Süt Kurumu (ESK) yaklaşık 93 bin ton ithal et satışına imza attı ve bu etin yüzde 54’ü sadece 7 büyük firmaya gitti. Geriye kalan 427 firma, pastanın sadece yüzde 46’lık bölümüne razı olmak zorunda kaldı. Yani kâğıt üzerinde “serbest piyasa” dense de pratikte ithal eti asıl kullananlar birkaç büyük zincir ve sanayici; vatandaş ise kuyruğun en ucunda bekliyor.

Resmî rakamlar da bu tabloyu netleştiriyor. ESK’nin 2025 yılı alım listesinde, I. kalite tosun için karkas kilo fiyatı 275-331 TL bandında belirlenmiş durumda. Yani devlet, yerli üreticiden karkası bu seviyeden alıyor. Ulusal Kırmızı Et Konseyi ve bölgesel borsa verilerine baktığımızda, dana karkas kesim fiyatları bölge ortalaması olarak 430-445 TL/kg, Ankara Ticaret Borsası gibi merkezlerde ise 465-550 TL/kg bandına oturmuş durumda. İstanbul’daki kasaplarda ise dana kıyma 800 TL’den başlayıp 1.100 TL’ye kadar çıkıyor.

Bir de ithal et tarafına bakalım: ESK’nin Brezilya’dan getirdiği 8.912 baş kasaplık hayvanın, sanayiciye canlı kilo 175 TL’den satıldığı hem tarım haber sitelerine hem de kamuoyuna yansıdı. Yani devlet, ithal hayvanı sanayiciye 175 TL’ye verirken, aynı ülkede vatandaş kasapta 800-1.000 TL’lik kıyma etiketi ile karşılaşıyor. Bu çelişki, “ucuz et politikasının vatandaşa değil, zincirin güçlü halkalarına çalıştığını çıplak biçimde gösteriyor.

Burada asıl mesele, etin sadece kasapla vatandaş arasındaki bir fiyat tartışmasına indirgenmesi. Et fiyatı, aynı zamanda yem politikası, mera yönetimi, kredi düzeni ve genç nüfusun köyde kalıp kalmama kararı demek. 2020’den bu yana arpa, mısır, soya küspesi gibi yem girdileri katlanarak artarken, bu girdilerin önemli kısmı dövize bağlı olduğu için besicinin maliyeti uçtu. Yem desteği ise sembolik seviyede kaldı. Sonuç şu oldu: Besici hayvanı besledikçe zarar eder hale geldi.

Üstüne bir de her kriz döneminde devreye sokulan “ucuz ithal et” politikası eklendi. Fiyat yükselince çözüm diye ithalat yapıldı, ESK üzerinden piyasaya et sürüldü, fiyat kısa süreliğine düştü ama besicinin maliyeti düşmedi. 18-24 ay hayvan bakan üretici, bir gecede alınan ithalat kararıyla zararına satışa zorlandı. Böyle olunca da “hayvanı büyütmeyeyim, kesime göndereyim, bu işten çıkayım” diyenlerin sayısı arttı; damızlık dişi hayvanlar bile kesime gitmeye başladı. Bu, bugünün etini ucuzlatmaya çalışırken, 3-4 yıl sonrasının buzağısını kesmek anlamına geliyor.

Bir başka sorun da meraların ve üretim alanlarının kaybı. Yıllar içinde mera alanları farklı yatırımlar uğruna daralırken, hayvancılık giderek ahıra ve kesif yeme mahkûm bir modele sıkıştı. Kredi maliyetleri yükselip vadeler kısalınca, genç üretici için tarım ve hayvancılık yüksek risk, düşük kazanç anlamına gelmeye başladı. Gençler köyden kente göçtü; “40 yaş altı besici” neredeyse istisnaya dönüştü.

Tüm bunların sonucunda Türkiye, kırmızı ette kendi kendine yetme kapasitesini kaybetme eşiğine geldi. Uzmanların “ithalatı frenleyip yem sübvansiyonunu artırmazsak birkaç yıl içinde kıyma 1.000 TL’yi aşar” uyarısı, artık teorik bir senaryo değil; bugünkü fiyatlara bakınca hissedilen bir gerçeklik.

Dağıtım tarafında da vatandaş lehine olmayan bir tablo var. ESK, ithal eti satarken kriter olarak dağıtım ağının yaygınlığını öne çıkarınca, büyük zincir marketler ve belirli sanayiciler otomatik olarak avantajlı konuma geçiyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ucuz eti doğrudan vatandaşa ulaştırma başvurularının reddedildiği, ama ithal hayvanların listelerle firmalara dağıtıldığı, gazetelere ve meclis gündemine yansımış durumda. Vatandaş ESK mağazası önünde sınırlı stok için kuyrukta beklerken, aynı etin zincir markette iki katına yakın fiyatla satılması, doğal olarak “Bu sistem kimin lehine işliyor?” sorusunu büyütüyor.

Bu noktada çok kullanılan bir cümleyi, ete uyarlayarak yeniden hatırlatmak gerekiyor:
“Yerli ve milli üretim, etiketlerde değil; tarlada, ahırda ve kasapta belli olur.”

Gerçek bir yerli ve milli model için:

* Yemi mümkün olduğunca içeride üreten,

* Merasını koruyan,

* Damızlık dişi hayvanı kesime göndermeyen,

* Genç üreticiyi köyde tutacak düşük faizli, uzun vadeli kredi sağlayan,

Ve ESK’nın ucuz etini zincir marketten önce belediye ve kooperatif üzerinden vatandaşa ulaştıran bir sisteme ihtiyaç var.

Aksi halde denklem hep aynı kalacak:
Yem pahalı, Besici zarar ediyor.
İthal et geliyor, Üretici piyasadan çekiliyor.
Damızlık kesiliyor, Hayvan sayısı düşüyor.
Karkas fiyatı artıyor, Kasap ve market fiyatı uçuyor.
Vatandaş, Avrupa’dan daha pahalı eti, Avrupa’dan daha düşük gelirle almaya çalışıyor.

Bugün “et giren yere dert giriyorsa”, bu derdin adı ne kasap ne market ne de tek başına ithalat. Bu derdin adı; uzun süredir yanlış kurulan tarım ve hayvancılık politikası. Ama aynı zamanda şunu da unutmamak gerekiyor: Doğru politikalarla bu cümleyi tekrar tersine çevirmek hala mümkün.

Bir gün mutfaktan gelen et kokusuyla birlikte, “Bu et bizim üreticimizin, bizim meramızın, bizim emeğimizin ürünü ve ben bunu insanca bir fiyatla alabiliyorum” diyebildiğimizde, işte o zaman et giren eve yeniden huzur girecek.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.