Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu günden bu yana sayısız nitelikli bireyin emeğiyle şekillendi. Atatürk'ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir." sözü, aslında insan kapasitesine olan güvenin en yalın ifadesidir. Ancak, günümüzde insan kaynağının verimli kullanımı üzerine yeniden düşünmek gerektiği aşikâr. Ülkenin geleceğine yön verecek olan bu potansiyel, ne yazık ki her zaman doğru şekilde değerlendirilemiyor.
Dünyanın farklı coğrafyalarında edindiğim izlenimlerle rahatlıkla söyleyebilirim ki, Türkiye'nin sahip olduğu insan kaynağı potansiyeli gerçekten büyük. Ancak, mesele bu potansiyelin nasıl değerlendirildiği sorusunda düğümleniyor. Almanya’nın sanayideki yükselişini yerinde gördüm; Çiftli Eğitim (dual education) modeliyle gençleri hem iş hayatına hem de akademik alana güçlü bir şekilde hazırlıyorlar. Gençler, daha 18 yaşına gelmeden belirli bir meslek disiplinine sahip oluyorlar. Bu model, Türkiye’de uygulanabilir mi? Elbette uygulanabilir, yeter ki doğru planlansın.
Japonya’ya gittiğimde teknolojinin toplumsal dönüşüme nasıl hizmet ettiğini gördüm. Japonya’nın teknolojiye yaptığı yatırımlar sadece endüstriyel gelişimi değil, toplumsal refahı da doğrudan artırmış. Sadece üretmek değil, üretileni geliştirmek ve dünyaya pazarlamak temel strateji haline gelmiş. Japonlar, insan kaynağını en verimli şekilde kullanabilmek için sürekli eğitim politikaları geliştiriyorlar. Türkiye de benzer bir modelle bilgiye dayalı bir ekonomiye geçiş yapabilir.
Singapur ise tam anlamıyla bir başarı hikayesi. Küçük bir ada devleti olmasına rağmen, eğitimde yaptığı radikal reformlarla Asya’nın en büyük finans merkezlerinden biri haline geldi. Yerinde gözlemlediğim en önemli faktör, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanmış olmasıydı. Gençler, yeteneklerine göre yönlendiriliyor ve destekleniyor. Liyakat sistemi en küçük kurumdan en büyük devlet organına kadar işletiliyor. Türkiye’nin de benzer bir fırsat eşitliğini sağlayarak, insan kaynağını doğru yönetmesi mümkün.
Ekonomide ve ticarette de aynı durum geçerli. Yenilikçi düşünceye sahip girişimcilerin desteklenmesi, katma değeri yüksek üretimin teşvik edilmesi elzemdir. Güney Kore’nin, savaşın ardından neredeyse sıfırdan kurduğu ekonomik model, nitelikli insan gücünün doğru yönlendirilmesiyle başarıya ulaşmıştır. Teknoloji ve inovasyona yapılan yatırımlar, ülkenin ekonomik yapısını kısa sürede güçlendirmiştir. Türkiye de benzer bir model benimsemeli, üretimden Ar-Ge’ye kadar geniş bir yelpazede nitelikli insan kaynağını harekete geçirmelidir.
Spor, sanat, sivil toplum gibi alanlarda da insan kaynağının doğru yönetilmesi, toplumsal refahı artırır. Atatürk’ün döneminde operadan baleye, spordan sanata kadar pek çok alanda başlatılan seferberlikler, Türkiye’nin kültürel mirasına büyük katkılar sağlamıştır. Bugün bu mirası daha ileri taşımak, liyakatli kadroların göreve gelmesiyle mümkündür. Yetenekli genç sporcuların keşfedilmesi, sanatçıların desteklenmesi ve sivil toplumda aktif görev almaları, toplumun her kesiminde dinamizmi artıracaktır.
Türkiye’nin sahip olduğu nitelikli insan kapasitesi doğru yönlendirilirse, geleceğe daha güvenle bakmak mümkün olacaktır. Bu potansiyelin farkına varmak ve onu harekete geçirmek, bugünden yarına atılacak en önemli adımdır. İnsan kaynağı, bir ülkenin en büyük zenginliğidir. Yeter ki o zenginliği görebilecek gözler, işitecek kulaklar, yönetecek akıllar olsun.
Bu noktada siyasetçilere büyük görev düşmektedir. Liyakat temelli bir düzenle nitelikli insanlara fırsat verilirse, ülkenin her alanında büyük bir dönüşüm gerçekleşecektir. Bu dönüşüm, sadece siyaseti değil, vatandaşın yaşam kalitesini de doğrudan etkileyecektir. Vatandaşlar da artık farkında olmalı; liyakatsiz yönetimlere prim vermemeli, gerçek potansiyelin ortaya çıkmasına katkı sağlamalıdır. Çünkü güçlü bir ülke, ancak güçlü bireylerle mümkündür.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Kemal UYSAL
Türkiye'nin Gizli Hazinesi…
Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu günden bu yana sayısız nitelikli bireyin emeğiyle şekillendi. Atatürk'ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir." sözü, aslında insan kapasitesine olan güvenin en yalın ifadesidir. Ancak, günümüzde insan kaynağının verimli kullanımı üzerine yeniden düşünmek gerektiği aşikâr. Ülkenin geleceğine yön verecek olan bu potansiyel, ne yazık ki her zaman doğru şekilde değerlendirilemiyor.
Dünyanın farklı coğrafyalarında edindiğim izlenimlerle rahatlıkla söyleyebilirim ki, Türkiye'nin sahip olduğu insan kaynağı potansiyeli gerçekten büyük. Ancak, mesele bu potansiyelin nasıl değerlendirildiği sorusunda düğümleniyor. Almanya’nın sanayideki yükselişini yerinde gördüm; Çiftli Eğitim (dual education) modeliyle gençleri hem iş hayatına hem de akademik alana güçlü bir şekilde hazırlıyorlar. Gençler, daha 18 yaşına gelmeden belirli bir meslek disiplinine sahip oluyorlar. Bu model, Türkiye’de uygulanabilir mi? Elbette uygulanabilir, yeter ki doğru planlansın.
Japonya’ya gittiğimde teknolojinin toplumsal dönüşüme nasıl hizmet ettiğini gördüm. Japonya’nın teknolojiye yaptığı yatırımlar sadece endüstriyel gelişimi değil, toplumsal refahı da doğrudan artırmış. Sadece üretmek değil, üretileni geliştirmek ve dünyaya pazarlamak temel strateji haline gelmiş. Japonlar, insan kaynağını en verimli şekilde kullanabilmek için sürekli eğitim politikaları geliştiriyorlar. Türkiye de benzer bir modelle bilgiye dayalı bir ekonomiye geçiş yapabilir.
Singapur ise tam anlamıyla bir başarı hikayesi. Küçük bir ada devleti olmasına rağmen, eğitimde yaptığı radikal reformlarla Asya’nın en büyük finans merkezlerinden biri haline geldi. Yerinde gözlemlediğim en önemli faktör, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanmış olmasıydı. Gençler, yeteneklerine göre yönlendiriliyor ve destekleniyor. Liyakat sistemi en küçük kurumdan en büyük devlet organına kadar işletiliyor. Türkiye’nin de benzer bir fırsat eşitliğini sağlayarak, insan kaynağını doğru yönetmesi mümkün.
Ekonomide ve ticarette de aynı durum geçerli. Yenilikçi düşünceye sahip girişimcilerin desteklenmesi, katma değeri yüksek üretimin teşvik edilmesi elzemdir. Güney Kore’nin, savaşın ardından neredeyse sıfırdan kurduğu ekonomik model, nitelikli insan gücünün doğru yönlendirilmesiyle başarıya ulaşmıştır. Teknoloji ve inovasyona yapılan yatırımlar, ülkenin ekonomik yapısını kısa sürede güçlendirmiştir. Türkiye de benzer bir model benimsemeli, üretimden Ar-Ge’ye kadar geniş bir yelpazede nitelikli insan kaynağını harekete geçirmelidir.
Spor, sanat, sivil toplum gibi alanlarda da insan kaynağının doğru yönetilmesi, toplumsal refahı artırır. Atatürk’ün döneminde operadan baleye, spordan sanata kadar pek çok alanda başlatılan seferberlikler, Türkiye’nin kültürel mirasına büyük katkılar sağlamıştır. Bugün bu mirası daha ileri taşımak, liyakatli kadroların göreve gelmesiyle mümkündür. Yetenekli genç sporcuların keşfedilmesi, sanatçıların desteklenmesi ve sivil toplumda aktif görev almaları, toplumun her kesiminde dinamizmi artıracaktır.
Türkiye’nin sahip olduğu nitelikli insan kapasitesi doğru yönlendirilirse, geleceğe daha güvenle bakmak mümkün olacaktır. Bu potansiyelin farkına varmak ve onu harekete geçirmek, bugünden yarına atılacak en önemli adımdır. İnsan kaynağı, bir ülkenin en büyük zenginliğidir. Yeter ki o zenginliği görebilecek gözler, işitecek kulaklar, yönetecek akıllar olsun.
Bu noktada siyasetçilere büyük görev düşmektedir. Liyakat temelli bir düzenle nitelikli insanlara fırsat verilirse, ülkenin her alanında büyük bir dönüşüm gerçekleşecektir. Bu dönüşüm, sadece siyaseti değil, vatandaşın yaşam kalitesini de doğrudan etkileyecektir. Vatandaşlar da artık farkında olmalı; liyakatsiz yönetimlere prim vermemeli, gerçek potansiyelin ortaya çıkmasına katkı sağlamalıdır. Çünkü güçlü bir ülke, ancak güçlü bireylerle mümkündür.